Bir Müslümanın sosyal yaşamı içinde yerine getirmesi gereken en önemli hususlardan biri de akidesini başkalarına aktarmaktır. Hatta bu husus alimler tarafından gücü yeten (ilmi yeterlilik, ikna kabiliyeti, sempati ve tutarlı konuşabilen) her bir Müslüman için farz olan bir husus olarak ifade edilmiştir. Allah Resulü şöyle buyuruyor: “Bir ayet bile olsa benden duyduğunuzu duymayanlara ulaştırın. Umulur ki sizden bu bilgiyi alan kişi, bu bilgiye sizden daha iyi sahip çıkar’ Bu anlamda her birimiz bir fidan, bir aşı, kuru bir toprağa bir yağmur misali olmalıyız. Duymayanlara duyurmalı, gör(e)meyenlere göstermeli, yoldaki karanlığı dağıtmalıyız. Dalga dalga yayılmalı, hiç etkilenmeyecek gibi görünen insanların kafasına bir soru işareti bile olsa bırakmalıyız. Çünkü bizim çabamız, insanların hem bu dünyada hemde ahirette kurtulmalarıdır.
Dünyaya geliş gayemiz de bu değil midir? “İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi kainatın yaratıcısını tanımak, O’na iman edip ibadet etmektir.” (Said Nursi) Sıradan bir iş yeri açan bir kişi, işini geliştirmek, ilerletmek, tanıtmak adına bir dizi çalışma başlatır. Aksi takdirde çöküşü, zararı ve iflası geç olmayacaktır. Uzun yılların getirdiği bir bilgisizlik ve yenilmiş- lik hissiyle biz Müslümanlar cennet yolculuğumuzu kimseye anlatamadık! Allah’ın bize bahşettiği imanı ve o güzelim peygamber ahlakını en yakınlarımıza dahi aktaramadık. Kimi zaman kuru bir fikirlerle düşüncemiz donuklaştı, kimi zaman yo- ğun bir duyguyla yaşantımız taassuba dönüştü… Çünkü fikrimizi ve duygumuzu enerjiye dönüş- türecek, akide derdini hissettirecek bir kazanım oluştur(a)madık. Keşke bu kazanımın oluşması için yeni ufuklara kanat çırpmak, yeni denizlere yelken açmak, inanç ve yaşantımızın kodlarını baş- kalarıyla paylaşmak ve onları da iman safına çekme derdimiz olsaydı..!
Kur’an insanı ile maddi felsefenin kurbanı olan insanların arasındaki net yaşam farkını, ahiret düşüncesinin umudu kamçılamasını, ölümün; yok olmak, bitmek, zulümat ve bitmek olmadığını anlatmak gerekiyor. İnsanlar bu hakikatlere muhtaç ve birilerinin samimiyetle el uzatmasını bekliyor. Yaşadığı hayatı hor görmeden, onu insan yerine koyarak, küçümsemeyerek kendisiyle gü- zel bir dille konuşulmasını bekliyor. Günümüz kitle iletişim araçlarıyla her gün dövülen, önyargılı bir hale getirilen, korkutulan ve maddeci bir felsefeye yönlendirilen insanlara birebir ulaşmak, dertlerini dinlemek, kendi derdimizle beraber onların derdine derman olmak biz müslümanların görevi değil midir? ‘Sizler insanlığın hayrı için ortaya çıkarılmış bir ümmetsiniz! İyiliği emreder, kötülüğü yasaklar ve Allah’a iman edersiniz..!’ (Ali İmran)
Bizden önce bu davayı bizlere ulaştıran Müslü- manlar birebir insanlara ulaşma, fert fert kapılarını çalma, onları ikna etme ve bu şekilde ihsanda bulunma gibi görevlerini yerine getirdiler. O dönemin şartları içerisinde çok verimli neticeler alındı. Şimdilerde ise genel vesileler kullanılır oldu. Konferans, panel, sempozyum ve miting gibi vesileler ile insan kazanmaya çalışıyoruz. Kanaatimce İslam davetinin yayılması için çok önemli olan bu durumun düzeltilmesi gerekir. Davet dilimizin ve üslubumuzun fabrika ayarlarına dönmesi gerekmektedir. Birebir fert kazanma yolunu güçlendirmeli, o sıcaklığı dalga dalga yaymalıyız.
İnsan Kazanma İçin Önemli Bazı Hatırlatmalar…
- İnsanları sevmek ve ayrım yapmamak… Kişi sevildiğini hisseder ve bir değere binaen ilgiye mazhar olduğunu görürse muhatabına kalbini teslim eder. Gülümseme, hal hatır sorma yolu ile her ne olursa olsun karşıya bir değer vermek ve onları hor görmemek gerekir. Hasan El- Benna Davetimiz risalesinde şöyle söyler: ‘İnsanlar davette bizim muhatabımızdırlar, onları canımızdan daha fazla severiz.’ Daha yeni tanıyacağımız kişilere eğer böyle davranıyorsak yanıbaşımızdaki arkadaş ve kardeşlerimize daha içten, daha anlayışlı ve daha müsamahakar davranmamız gerekmez mi?
- Akidemizi anlatarak yeni insanlara ulaşmak kuru kuruya formülüze edilecek bir konu değildir! Sahaya inmek, dertlerini paylaşmak, ellerini tutmak, yuvalarına misafir olmak gerekir. İnsan kazanma vakıf ve derneklerin dört duvarı arasına sıkıştırılmamalı, masa ve evrak bürokrasisine takılmamalıdır. Özellikle ders ve sohbetler onların kendilerini buldukları manevi ortamlara dönüştürülmelidir.
- Her bir ferdin ilgilendiği farklı sosyal çevrelerden bir ders halkasının olması gerekir. Örne- ğin, aile efradından bir halka, iş ortamından bir halka, komşu ortamından bir halka, arkadaş ortamından bir halka… Böylelikle her bir fert 15-20 kişiye ulaşır, ilgilenilen her bir fert ayrıca kendi sosyal çevresinden 15-20 kişiye ulaştığını düşü- nelim… Bereketin nasıl geliştiğine kısa bir zamanda şahit olacağız. Minimum rakam: 15×15= 225 gibi bir rakam eder ki bu sadece bir ferdin samimiyetle bu işi yapmasının doğuracağı berekettir. Aynı anda onlarca kişinin bu işi yaptığını düşünelim 15x15x15= 3375… Bu sayının çocukları, eşleri, çevreleri ve etki alanları kapsadığı düşünüldü- ğünde karşımıza devasa bir sayı çıkar ki bu bizim sorumluluğumuzdur. ‘Hepiniz çobansınız ve her çoban kendi sürüsünden sorumludur, aile reisi de kendi ailesinden sorumludur…’ (Hadis-i Şerif)
- İslami şahsiyetin ve yaşantının samimiyetle yaşanması ve insanların gözünde bir örnek olarak belirmesi diğer insanları davaya çeker. Bu anlamda samimiyet bir mıknatıstır, İslam mesajına muhtaç saf ve samimi kişileri hemen çeker. İnsanlar tabiatları itibariyle nifakı sevmezler, sadakat ve samimiyete aşıktırlar. ‘Kendini ıslah et, başkasını davet et…’ ‘Bu davayı samimi ruhlar ve sadakat erleri ileriye taşıyacaklardır…’ (Hasan el-Benna)
- Bir alanda uzmanlaşmak… Uzmanlık sahasıyla eğitim vererek insanlara faydalı olmak. Belli bir alana hasrı nazar edip yoğunlaşmak ve bu anlamda insanlara bir özellik kazandırmak insanları size celbedecektir. Örneğin; bir meslek erbabısınız ve işsiz birine bir meslek öğreteceksiniz… Mesleğinizin inceliğini verirken mesajınızı da veriyorsunuz! Bir dil öğretirken örneklerinizi özenle seçiyorsunuz! Bir spor alanında kabiliyetiniz var, beden eğitimiyle beraber manevi eğitimide gündeminizden düşürmüyorsunuz…
- Satış elemanı ve davetçiler… Satış elamanı nasıl ki ürününü satmak için dil döker, uğraşır, ürününün müşteri üzerinde ne kadar güzel göründüğünü anlatmak için farklı yolları dener! Aynen öylede davet- çi de bundan ders çıkarmalıdır. Tatlı dil, önemseme, ilgilenme, neticelendirme, belki bir daha gelir diye iz bırakmaya çalışmaya dikkat etmelidir.. Kişi her hangi bir satış elemanından memnun kaldığında tekrar bir ihtiyacında ona gittiği ve rahat ettiği berbere gittiği zaman gözünün o kişiyi aradığı gibi davetçi huzur veren biri olmak için davasıyla yanmalıdır.
- İçten bir samimiyet ve karşılıksız bir ilgi gösterildiğini hissetmek… Davet bazıları için bir ticarettir. Bazı davetçiler ise maalesef bu anlamda tüccardır. Güzel bir iş yapmaları gerektiği zaman eğer o işten iyi bir ticari kazanım yoksa ellerini sürmezler. Sessiz kalmak onlara bir şey kazandıracaksa sessiz kalmayı tercih ederler! İki durum arasında ‘ihlas’ denen ince bir fark vardır! İhlas; şartlar ne olursa olsun Allah için herşeyi göze almaktır. Mesajını götürmek için ağlamaktır. Bir şey anlatamadığı zaman huzursuz olmaktır! İyi davetçiler de tüccardır. Ama onlar hiç bir zaman kaybetmezler..!
- Hediyeleşmek… ‘Hediyeleşin ki birbirinizi sevesiniz!’ (Hadis-i Şerif) Yemek yedirmek… Yemek yedirmekte bereket vardır. Cömertleri Allah sever. Allah cömertlere verdiği etkiyi bir çok kişiye vermemiştir.
- Süreklilik… İnsanlarla ilgiyi sürekli ve kesintisiz yapmak. Bazen yapmak, çoğu zaman terketmek etkiyi kırar. Yapılan işi bitirir. Atalarımız ‘Demiri sıcakken dövmek gerekir’ dediğinde bu hakikata ne hikmetli yaklaşmışlardır.Müminlerin geneline ve özellikle davayı beraber yürüttüğümüz kardeşlerimize karşı tevazu halinde olmak. Hiç hak etmeyen kişilere karşı ya da herhangi bir endişeden dolayı sesimizi yükseltemediğimiz ve üslubumuza çok dikkat etti- ğimiz zamanlardaki hassasiyetimizi davamız ve mesajımız için daha fazla göstermeliyiz. Maalesef müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzetli olması gereken Müslümanların hayatında bu durum tam tersine bir haldedir. Müminlere karşı izzetli kafirlere karşı alçak gönüllü..!
- Müminlerin geneline ve özellikle davayı beraber yürüttüğümüz kardeşlerimize karşı tevazu halinde olmak. Hiç hak etmeyen kişilere karşı ya da herhangi bir endişeden dolayı sesimizi yükseltemediğimiz ve üslubumuza çok dikkat etti- ğimiz zamanlardaki hassasiyetimizi davamız ve mesajımız için daha fazla göstermeliyiz. Maalesef müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzetli olması gereken Müslümanların hayatında bu durum tam tersine bir haldedir. Müminlere karşı izzetli kafirlere karşı alçak gönüllü..!
Recep SONGÜL
Davet ve Kardeşlik Vakfı Yön. Kur. Başk