İhvan Hareketi: Bu hareket Benna tarafından selefi, sünni, sufi, siyasi, sportif, ilmi ve kültürel, ekonomik ve içtimaî esasları içeren bir hareket olarak kurulmuştu. İhvan hareketi, özellikle İhvan elemanlarını serbest bırakmasıyla açık bir uzlaşma yanlısı oldu. Bu uzlaşma neticesinde çıkan ihtilaf diğer Arap ülkelerindeki teşkilatlara da sirayet etti. Bu guruplardan her biri ülkesindeki mevcut siyasi rejime karşı ya uzlaşmacı, ya da radikal bir tavır takınmak zorunda kalıyordu.
İhvan hareketinde uzlaşma ve itidal yolunu benimseyenlerin başında hareketin 2. lideri Hasan el-Hudaybi ve ölümünden sonra liderliğe getirilen Ömer Tilmisani gelmektedir. Hudaybi, 1973′de hareketin çeşitli guruplara ayrıldığını görerek uzlete çekilmiş ve bu uzlet esnasında vefat etmiştir.
Hudaybi olsun, yerine geçen Tilmisani olsun İslami hedef ve nizamın zor ve şiddet kullanarak yerleşeceğine ve İnkılabın bu yolla zafere ulaşacağına inanmıyorlardı. Özellikle Tilmisani’nin uzlaşma stratejisi hareket içerisinde az da olsa yer etmiş ve bu düşünce Suriye, Ürdün, Su¬dan ve Lübnan’a da geçmişti.
Mısırda 1981 tutuklama kararları öncesi Tilmisani şöyle diyordu:
“İhvan cemaati şiddetten en uzak cemattir. Selefi Salihin; fasık veya zalim de olsa ülkeyi yönetenlere karşı silahla mücadele etmeyi uygun görmemektedir… İhvan’ın hiçbir saldırganlığına rastlanmamıştır… Ve biz hiç kimseyle kavga halinde değiliz… Teşkilatın kurucusu Hasan el-Benna ve halefi el-Hudeybi de şiddet olaylarını tasvip etmemekteydiler. Ben de bu iki başkan gibi şiddet hareketlerine karşıyım. Bu ülkede veya herhangi bir ülkede yönetenler ile yönetilenler arasında meydana gelebilecek şiddet olaylarından hiçbirini onaylamıyorum.” Bir başka yazısında da şunları belirtiyordu. “Bizim bugün karşılaştığımız sıkıntılar geçmiş otuz senenin köklü kalıntılarıdır. Şimdi ise (Mübarek dönemi) yönetim durumu düzeltmeye çalışıyor. Ben de tüm halkımızın, bu kişilere yardımcı olmalarını istiyorum.”
Mayıs 1986′da vefat eden Tilmisani’nin yerine getirilen Seyyid Hamid Ebu Nasr’la İhvan’ın politik düşünce yapısında ciddi gedikler açılmıştır. Hamid Ebu Nasr, yaptığı konuşmalarda İhvan’ın çağdaş amacının Mısır, Arap alemi ve İslam’ı kurtarmak olduğunu belirtmiştir. Mısır ve Arap ulusçuluğunun en ateşli yıllarında doğmuş İhvan lideri, maalesef bu korkunç mirası bir türlü üzerinden atamamıştır.
Yeni İhvan lideri Ebu Nasır’ın girdiği parlamento seçimlerinden üç ortakları (İhvan-İşçi partisi-Ahrar partisi) yüzde yedilik bir sonuçla çıkması, İhvan’ın demokratik oyunlar içerisindeki konumunu açıkça belirlemektedir.
Mısır’daki İhvan gurubunun diğer akımlara karşı düşüncelerini ve tavırlarını yansıtan sloganları “ittifak ettiğimiz konularda yardımlaşalım; ihtilaf ettiğimiz konularda birbirimizi mazur görelim” şeklindedir,
Kutupçular: Bu akım, şehid Seyyid Kutub’un “Yoldaki İşaretler” adlı kitabındaki temel prensipleri benimseyerek yola çıkmıştır. Kutub, eğitim metotlarını araştırmak için gittiği Amerika dönüşü (1951) İhvan’a katılmıştır. Dolayısıyla Hasan el-Benna ile görüşememiştir. Şunu da belirtelim ki Kutup İhvan’a katıldığı günden itibaren düşünce ve tezleriyle bir çok noktada İhvanla çatışıyordu. Kutup, İslami akide, lailahe illallah prensibi, İslami eylem, hakimiyetin sadece Allah’a ait oluşu, sosyal adalet, cihad bilinci, cahili toplumun durumu, emperyalizm ve kölelik zulmünün esasları gibi birçok temel noktalarda İslam’a yeniden sahip çıkıyordu. Ona göre cahiliye düzeni içinde yaşayan Müslümanın takınması gereken tavır; düşünce bazında ayrılmak, eylem bazında da uzaklaşmaktır.
Et-Tekfir ve’I-Hicre: Bu akımın tohumları zalim Abdu’n-Nasır’in zindanlarında atıldı. Bu akım, ilk olarak Abdu’n-Nasır’in küfrünü ilan etmekle yola çıktı. Akımın başını da Ziraat fakültesi öğrencisi olan Şükrü Mustafa çekti. 1965-1971 yılları arasındaki tutukluluk döneminde hareketin düşünce yapışım ortaya koymuş ve bir çok konuda İhvan elemanlarından ayrılmıştır. Et-Tekfîr gurubunun temel düşünceleri şunlardır:
Toplum kafirdir. Hükümetler kafirdir. Dört büyük mescid dışındaki (Mescid-i Haram, Nebî, Kudüs, Küba) tüm mescidler dırar mescidi hükmündedir, Günahlar şirktir ve büyük günah işleyen kafirdir. Mukallid kafirdir. Günahta ısrar eden kafirdir. Devletin tüm kuruluşlarına karşı uzlete çekilmek esastır. İcma, kıyas ve mesaimi mursele ve diğer fıkıh esasları batıldır. Tekfir akımı, düzene karşı çatışma hareketlerinden hiç birini onaylamadığı gibi, Cihad fikrini de kabul etmemekte ve ayrıca, günümüzde veya gelecekte bir İslam devletinin kurulmasının gerekliliğine inanmamaktadır. Çünkü ahir zaman alametleri içinde buna işaret eden bir nass bulunmamaktadır.
Et-Tekfır ve’l Hicre gurubu, 1977′de Şükrü Mustafa ve dört arkadaşının idamı ve bazı fertlere de uzun mahkumiyet cezalarının verilmesi, 1981 Eylül ayındaki tutukla-ma kararlarında yine bir çok elamanın kaybolması sonucu büyük bir darbe yemiş ve 1984 yılına kadar süren tutuklamalar karşısında bir çok tavır ve görüşlerinde değişiklikler yapmıştır. Bu cümleden olmak üzere durumlarım gizleyebilmek amacıyla mensuplarına sakal tıraşını serbest bıraktıkları gibi; kadınların yüzlerindeki peçeyi kaldırmalarını, belli sınırlar içinde hükumette görev almayı, batı tipi elbiseler giymeyi de serbest bırakmışlardır
Cihad grubu: Cihad grubunun düşüncelerinin esası, Seyyid Kutub’un düşünceleridir. 1950-1966 yıllan, Kutub’un düşüncelerinin ülkeyi sarstığı dönemdir. Bu dönem aynı zamanda İslami hareketin karşılaştığı zor bir dönemdir. Bu zor dönem beraberinde tağutlara karşı cihad fikrini getirmiştir.
Cihad akımı, ilk ayaklanmayı 1974′de Dr. Salih Seriyye başkanlığında Askeri Teknik okuluna karşı gerçekleştirir. Bu olayda 90′dan fazla kişi tutuklanır. Salih Seriyye ve birkaç arkadaşı idam edilir. Cihad akımı daha sonra bir çok meşakkat ve zorluklara rağmen çalışmalarını sürdürmüştür. 1980 yılında Halid İslambuli’nin Enver Sedat’ı öldürmesi, Kıpti’nin birine ait bir meyhanenin ya¬kılması bir kilisenin tahrip edilmesi, birçok yerde güvenlik güçleriyle çatışmaya girmesi gibi sayısız olaylara katılmıştır.
Bu akimin görüşleri kısmen Salih Seriyye’ye ait, kısmen de Abdusselam Ferec’e aittir. Her ikisine göre top¬um cahili bir toplumdur. Seriyye’ye göre caiz olan, Abdusselam’a göre caiz değildir. Her ikisine göre cihad vardır ve farzdır.
Cihad akımı içerisinde Salih Seriyye’nin apayrı bir yeri vardı. Seriyye harp okulu öğrencilerinin çoğunu saflarına çekip, Kutup çizgisinde yetiştirerek mücadele vermişti. Ancak Seriyye, toplumu Kutup’tan farklı görüyordu. Ona göre toplum, sistemin kaderine terk edilmiş bir kalabalıktan ibaretti. Bu akıma göre, dini lider ve resmi din adamları, asırlarca zalim ve kafir tağuti kesimlerle işbirliği yaparak İslam’ın en önemli direği olan cihadı topluma unutturmuşlardı. Bu amaçla Cihad’ı yeniden ihya etmenin farziyetine inanmaktaydı. Hele silahlı mücadele kaçınılmazdı. Bunun içindir ki kahraman Halid İslambuli.
Selefîler: Bu akım, inanç, yaşantı ve diğer pratiklerini selefi bir kimliğe dayandırdığından bu isimle anılmıştır. Bir başka ifadeyle, geleneksel kültüre aşırı bağlıdırlar. Ahmet b. Hanbel’in başlattığı İbnî Teymiye ve öğrencisi İbn el-Kayyim’ın sürdürdüğü Hanbeli ekolünün de devamı sayılır. Daha sonra Arap yarımadasında bid’at ve hurafelere karşı çetin mücadele başlatan M. bin Abdulvahhab da bu düşüncenin bir ferdi ve yönlendiricisi sayılmaktadır.
Selefi akımın yaygın olduğu yer Suudi Arabistan olduğu halde daha sonraları Mısır’a da geçmiştir. Mısır’da İhvanla beraber çalışan Selefi Müslümanlar, 1970’li yıllarda aralarında kaba kuvvete dayalı çatışmalar çıkmış ve beraberlikleri son bulmuştur.
Selefi akımın inanç konusundaki temel esasları “Akidetü’t-Tevhid” adlı kitaba dayanmaktadır. Bu akımın temel kavramları akide ve davettir. Bu akımın temel inançları kısaca şöyledir:
Kıble ehlinden hiç kimse günahından dolayı tekfir edilemez. Büyük günah işleyenler ebedi cehennemde kalmayacaklardır. Salih veya facir bir Müslümanın arkasında namaz caizdir. Ancak açıkça bid’at işleyen kimse imam olamaz. Allah’a isyan görülmediği sürece zalim de olsa akil emre itaat şarttır. İman ancak tasdik ve amelle gerçekleşir. Allah’ın hükümleri dışında başka hükümlerle hükmetmek insanı dinden çıkarır. Bu önemli esaslara aykırı beyanatlarda bulunan akımın liderlerinden Abdurrahman Abdul Haluk şunları söylüyordu:
“İslami olmayan her yol, inanç ve metöd batıldır. Müslümana vacip olan ise tüm batıl yollardan uzak durmak ve tağutlara karşı çıkmaktır. Kafirlerin Müslümanlara yardımını kabullenmek küfürdür.”
Abdurrahman’ın bu düşünceleri selefi akım içerisinde aşırılıkla karşılanmıştır. Buna rağmen o, düzenle çalışmayı, devletin kurumlarında görev almayı, halktan uzak kal-mamayı benimseyen biridir.
Aslında selefi akım içerisinde en aşırı kabul edilen Cuheyman el-Uteybi liderliğinde örgütlenen yeni selefi harekettir. el-Uteybi meşhur Mescid-i Haram olayını gerçekleştirdiğinde, diğer Selefi liderlerin şiddetli hücumlarına maruz kalmıştır. Liderler Mescid-i Haram olayını Selefi bir hareket değil, Harici bir hareket olarak nitelendirmişlerdir.
Cuheyman hareketi, düzenle çalışmaya karşı çıkmakta, hükumette görev almayı haram saymaktadır. Ayrıca fotoğraf kullanıldığı için pasaport, para ve kimlik taşımak “günah” sayılmakta, küfür beldelerine seyahat etmek, televizyon seyretmek ve eğitim kurumlarına devam etmek haram kabul edilmektedir. Benzer düşüncelerden dolayı bu gurup, selefiler tarafından ayrılıkçı, bid’atçı, hatta Hz. Ali’nin ordusundan sayılan Hariciler gibi görülmektedir.
Esasen Selefi anlayışa göre yöneticilerin, namaz kıldıkları sürece tekfir edilmemeleri gerekir. Zira bu konuda şu hadisi delil saymaktadırlar. “Aranızda namazı ikame ettiği müddetçe…” Bu amaçla mevcut resmi ideolojiye karşı cihad açmak doğru değildir, düşüncesiyle Cihad akımıyla büyük bir ihtilaf noktasındadırlar. Zira Selefilere göre Mehdi gelmeksizin cihad muteber değildir.
Selefi akım içerisinde Afganistan cihadını uygun görenler olduğu gibi, (hatta Cihada katılanlar da var) Suud yönetimi tipi Müslüman (!) ülkelerin safında yer alarak cihad etmeyi de uygun görenler bulunmaktadır.
El-Cemaatü’I-İslamiyye: Bu cemaatın temel dinamikleri; konferanslar, kamplar, seyahatler, hac ve umre yolculukları, üniversite çevresinde gerçekleştirilen sosyo kültürel ve sportif bir takım çalışmalarla İslam’ı seven tüm öğrencileri (erkek-kız) yönlendirmektir.
Cemaatu’l-İslamiyye gelenekçi tercihler, ayrılma ve bağımsızlık olmak üzere üç önemli merhale geçirmiştir. Son merhale cemaatin, düşünce bazında olgunlaştığı ve aktif olarak ortaya çıktığı dönemdir. Cemaat, fikri olgunluğunu birçok konferans, yayın ve bildirilerle ortaya koymuştur. Birçok kesimden insanın katıldığı konferansların davetçileri ekseriyetle İhvan mensupları idi. Hatta İhvan’ın ileri gelenlerinden Yusuf el-Kardavi bu cemaatin önderliğinde Abidin Meydanı’nda kılınan bayram namazına imamlık yapıyordu. Yine hem Kardavi hem de Muhamrned Gazali cemaate konferans vermişlerdir. Bunların da etkisi olacak ki cemaat İhvan sempatizanı, Cihada sempatizanı ve Selefi sempatizanı olmak üzere üç kanada bölünmüştür.
Cemaatı İslamiyye diğer guruplar gibi bir çok sıkıntı ve tutuklamalarla karşı karşıya gelmiştir. Hele cemaatin Cihad kanadı daha çok etkilenmiştir düzenin baskılarından. Fakat buna rağmen varlığını halen sürdürmektedir. Bu kanadın lideri durumunda olan Dr. Ömer Abdurrahman, Sedat’ın öldürülmesi olayında tutuklanmış, bir çok sıkıntılar geçirmiştir.
Öncelikle belirtelim ki Mısır halkı İslam’a yönelik güçlü ilgisiyle İslami hareketin erken tesirinde kalmıştır. Bu tesir ve bu duyarlılıkla İslami hareket kısa zamanda-bir çok yerleşim biriminde örgütlenmiş, İslami haykırmaya başlamıştır. İslam’ın bir çok konularını pratize etmiş ve bu uğraş esnasında firavun güçlerle karşı karşıya gelmiş, bir çok eleman öldürülmüş, bir çok eleman da halen tutuklu bulunmaktadır. İslami hareket bütün bu ölüm, tutuklama, korku ve sıkıntılara rağmen büyük bir halk kitlesini kendi saflarına çekerken; resmi ideoloji de “din silahını” kullanıp büyük bir çoğunluğu kendisine bağlayarak İslami harekete karşı bu halkı (özelikle din adamlarını) kullanmıştır. Rejimle İslami hareket karşı karşıya geldiğinde, milyonlarca kişi rejimle aynı safta savaşabilmiştir. Bunun böyle olmasında Mısır halkının köleleştirildiği, bir lokma ekmeğe bile hasret edildiği ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı da Mısır halkının direnci zedelenmiş, halk tamamen geleneksel bir karakterle “ılımlılık” yuvasını tercih etmişti