Davet ve Kardeşlik Vakfı Temsilciliği SİVEREK-DER tarafından, Mavi Marmara Gazisi aynı zamanda Davet Mektebi Genel Yayın Yönetmeni Muharrem GÜNEŞ Hocamızın konuşmacı olarak katıldığı “KUDÜS ve FİLİSTİNİ ANLAMA” Semineri yapıldı. Bayanlara ve erkeklere ayrı ayrı düzenlenen seminere katılım oldukça yoğun oldu.
Muharrem Güneş hocamızın konuşmasından şu konulara değindi; “Filistin bölgesinin bugünkü hâline baktığımızda Hz. Ömer’in fethinden önceki dönemi görüyoruz. Bugün şehrin üzerinde oynanan oyunlar eskisinden daha fazladır. Bu şehrin önemi yalnızca kutsallığından ileri gelmiyor; tarihe bakıldığında Kudüs ümmetin gücünü ve izzetini göstermektedir. Hz. Ömer döneminde Kudüs’ün fethi yeni bir dönemin başlangıcıdır ve bu fetih, ümmetin zaferine işaret ederken İslam dininin de bir çığ gibi yayılmasına vesile olmuştur. Bu şehri kaybetmek, ümmetin tehlikede ve zayıf olduğunu gösteriyordu. Şehrin hüküm süreçlerine baktığımızda bunu açıkça görüyoruz. Kudüs şehri Eyyubi döneminde (1187-1193) ümmetin izzetinin, kerametinin ve iktidarının tacı olmuştur. Fakat şehir kaybedilince ümmetin içine zayıflık girmiştir.
Müslümanların giderek zayıflayıp birliklerinin dağılmasıyla, Avrupa ülkelerinin parçalanmışlığından ve birbirleriyle savaşmalarından bunalmış olan Papalık müessesesinin önüne tarihî bir fırsat çıkmış oldu. “Mesih’in kabrini putperestlerin (Müslümanları kastediyorlar) kirli ellerinden kurtarmak” sloganıyla başlattıkları ve “Haçlı Seferleri” adını verdikleri bu savaşlar, gerçekte Müslümanların tanımladıkları şekliyle dinle hiçbir alakası olmayan dünyevi çıkar ve yağmacılık temeline dayalı bir Batılı savaşıydı.
Bu durum, İslam vicdanını derinden sarsan bir darbe olmuştur. Artık Kudüs Haçlıların işgali altındaydı. Fakat bu işgal İslam ümmetinin kalbinde büyük bir yara olarak yer etti. O günden itibaren bütün Müslümanlar Kudüs’ün Haçlıların işgalinden kurtarılması gerektiğine inanıyor ve sürekli olarak bunu konuşuyorlardı. İslam ümmetinin başında bulunan bütün emirler, yöneticiler ve halk sürekli olarak Kudüs’ten söz ediyor ve bu işgalin fazla sürmemesi gerektiğini söylüyorlardı. Ancak çok acı bir gerçek olarak o gün İslam dünyasındaki dağınıklık ve iç kavgalar başını alıp gitmişti. İşe nereden başlanacağı bilinmiyordu. Kudüs’e giden yollar aranmalıydı.
Yeniden uyanan İslami bilinç, âlimlerin gayretleri sonucu ıslah çağrılarına dönüşmüş ve çok geçmeden de bu çağrıların meyveleri devşirilmeye başlanmıştır. Böylece Zengilerin idaresi altındaki yeni nesil birçok askerî ve siyasi lider, Haçlıları kovarak Kudüs’ü özgürlüğüne kavuşturma planı üzerinden yüksek stratejiler geliştirmiş; nihayetinde bu sancağı muzaffer komutan Selahaddin Eyyubi devralmış ve Allah, Kudüs’ü özgürlüğüne kavuşturmayı ona nasip etmiştir.
Osmanlı dönemine gelindiğinde; Osmanlı Kudüs’e 400 yıl hâkim olmuştur. Bu dönemlerde Osmanlı Devleti dünyadaki en büyük güçtü; zayıflama döneminde ise gücünü, hâkimiyeti altında bulunan Kudüs şehrinden alıyordu. Osmanlı düşmanları, Osmanlı’nın elindeki bu gücün farkında oldukları için saygı ve korku içindeydiler. Bundan dolayı Sultan Abdülhamid Han bütün baskılara rağmen bu şehirden vazgeçmedi. Abdülhamid Han, bu şehrin öneminin surlar, evler ve camilerden ibaret olmadığının farkındaydı. Bu şehri kaybettiği zaman devletin tamamını kaybedeceğini biliyordu.
Hz. Peygamberin 23 yıllık peygamberlik süresinde 14 yıl boyunca namazlarını Mescid-i Aksa ’ya yönelerek kıldığı bu mukaddes mekânın etrafı mübarek kılınmış mescit ve kutsal şehir Kudüs’ün- işgal altında olması bütün ümmet için bir züldür. Şehir, tarihte zaman zaman Haçlı veya Yahudiler tarafından işgal edilmişse de bu işgaller kısa süreli olmuş ve Müslümanlar bu beldeyi kurtarmanın yolunu bulmuşlardır.
Filistin toprakları nasıl işgal edildi?
Filistin’i işgal stratejisi ile ilk olarak 1649 senesinde dillendirilen Batı stratejileri birbiriyle örtüşüyordu. Nitekim bir grup nüfuzlu ve zengin Yahudi, mevcut İngiliz hükümetine İsrailoğulları’nı Arz-ı Mev’ud’a göç ettirme önerisini içeren bir dilekçe sunmuştur. Projenin yürürlüğe girmesi açısından şartlar olgunlaşmış ve 1897 yılında uluslararası güçlerin açık desteğiyle Siyonist Yahudi grupların temsilcilerinin bir araya geldiği Basel Kongresi’nde proje üzerinde görüş birliğine varılmıştı. Buna göre Siyonist hareket, sömürge stratejisinin bir parçası olduğu gibi Avrupa ulusal projelerinin de bir parçası sayılıyordu. Bu projeyi, dönemin Batı siyasetini yönlendiren İngiltere ve Fransa sahiplenmiş ve finans konusunda çok cömert davranmışlardır.
Söz konusu proje, 1917 Balfour Deklarasyonu’yla, uygulama aşamasındayken önemli bir mesafe kat etmiştir. Osmanlı’nın bölgeden uzaklaştırılmasının ardından, Filistin’deki İngiliz işgalinin gözetimi altında İngiliz komutan Allenby, Kudüs’e girerken, Haçlı Savaşlarının sona erdiğini ilan ediyordu.
Filistin topraklarının işgaliyle Yahudilerin bölgeye yerleştirilmesinin amaçlandığı 1916 tarihli Sykes-Picot Antlaşmasında da dile getirilmişti. İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanan Sykes-Picot Anlaşmasında Filistin toprakları üzerinde bir Yahudi devleti kurdurulması için bu topraklara Yahudilerin yerleştirilmesi karara bağlanmıştı. Bundan maksat Yahudilerin o topraklara yığılmalarına imkân sağlamak olduğundan İngiliz işgaliyle birlikte dünyanın değişik yerlerine dağılmış olan Yahudiler de çekirge sürüleri gibi Kudüs’e ve civarına akın etmeye başladılar. Bu akın dolayısıyla Yahudilerin Kudüs’teki nüfusları hızla arttı.
Sykes-Picot anlaşmasının uygulamaya geçirilmesin de ve İngilizlerin Kudüs’ü işgal etmelerinde Şerif Hüseyin’in önemli rolü olmuştur. Şerif Hüseyin, kendisine vadeliden “Arap yarımadası krallığı” karşılığında İngilizlerin Kudüs’ü ve çevresini işgal etmelerine yardımcı olmuştur. Sykes-Picot anlaşmasının Filistin’le ilgili maddesinde: “Diğer ortakların ve Mekke şerifinin onayı alındıktan sonra Rusya ile de olay tartışılarak bu bölgede uluslararası bir yönetim kurulsun” diye karara varılması o zaman Mekke şerifi olan Hüseyin’in ihanetteki rolünü açıkça ortaya koyuyordu.
İşte tam anlamıyla Batılı ve Avrupalı güçlerin himayesinde Filistin topraklarına Yahudi göçlerinin kapıları böylece açılmış oldu. Bir yandan işgalci İngilizler tarafından Filistin halkının ekmek bıçağı edinmesine dahi müsaade edilmezken, öte yandan göç olgusu kesintisiz devam ediyor ve Siyonist terör örgütleri silahlandırılıp eğitiliyordu. Dağınık Arap orduları ile en son teknoloji ürünü silahlarla donanmış ve sayıca daha üstün olan Siyonist örgütler arasında orantısız savaşlar yaşandı. Bu gelişmelerin ardından Birleşmiş Milletler, uluslararası yasalar çerçevesinde, sınırları belli olmayan yabancı ve şaibeli bir oluşuma yasal zemin hazırlamış olacaktı.
Ancak II. Dünya Savaşı ve Batı’daki yönetim dengelerinin Amerika lehine değişmesinden sonra henüz yeni doğmuş olan Siyonist yapının himaye görevi Amerika’ya devredildi. Nitekim mal, silah, medya ve herhangi bir uluslararası tepkiye karşı hamilik gibi cömertçe verilen finans ve desteğin artması oranında Yahudi nüfuzunun da güçlendiği görülmüştür. Ortak stratejik hedefler etrafında bir araya gelen Batı ile Siyonizm uzlaşısı; İslam’a, Müslümanlara, daha özelde de Filistin halkının tamamen geri plana itilmesine yönelik çabalarla başlamış, Arapları ve İslam dünyasındaki bölünmüşlüğü arttırarak direniş gücünü her türlü destekten yoksun bırakma hedefleriyle yoluna devam etmiştir. Her alanda başlatılan bu karşı seferberlik, söz konusu Amerikan himayesi olmasa bugünkü Siyonist oluşumun asla gerçekleşmeyeceğini ve devamının mümkün olamayacağını göstermektedir.
Siyonist proje, uluslararası boyutta da bir ahtapot gibi dünyanın dört bir yanına uzanmakla işe başlamıştır. Nitekim bu boyut, Siyonist projenin doğuş aşamasında önemli rol oynamış, daha sonra da kalıcılığını ve üstünlüğünü güvence altına alabilmek için ona her türlü hizmeti yapmıştır. Söz konusu ahtapotun kolları tüm kıta ve ülkelere yayılmış durumdadır. Bunlara örnek olarak Mason hareketi ve bu hareketin Rotary, Lions ve Akdeniz kulüpleri ve Yehova Şahitleri gibi alt kollarını sayabiliriz.
Öte yandan dev medya kuruluşları ve Hollywood gibi kültür ve sanat kolları da bu projeye destek vermektedir. Yine çok uluslu şirketler ve bankalar da gelirlerinden bir kısmını Siyonist ideolojinin hizmetine sunmuş durumdadır. Bu uygulamaların yanı sıra Kudüs’ü Yahudileştirme ve yerli halkın mal varlığına çeşitli şekillerde el koyma planları için yapılan cömertçe bağışlar da işin cabasıdır. Halkın mal varlığını ele geçirme yöntemlerinden biri de mal sahibi Araplara teklif edilen yüksek meblağlardır. Siyonistler, Batı Kudüs’ü işgal ederek Doğu Kudüs’e katmış ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan etmek istemişlerdir. Ancak işgal alanını Batı Şeria’nın üçte birini kapsayacak oranda genişleterek Arap ahaliyi Kudüs’ten sürüp orayı bütünüyle
Yahudileştirmeyi hedefleyen büyük planlarına rağmen, bu sayılanların hiçbiri uluslararası zeminde hâlâ meşruiyet kazanmamıştır. Fakat herkes fiili durumu kabullenmiş; hatta Arap ve İslam ülkelerinin birçoğu, Siyonist yapıyla ilişkilerini normalleştirmiştir. Bu arada hiçbir ülke, ilişkilerin normalleştirilmesi için, işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze bölgeleri gibi, Doğu Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın üzerindeki Siyonist elin çekilmesi ve buranın İsrail’in ebedi başkenti olmaması şartını öne sürmemiştir. Tam aksine, karar mekanizmalarında ve özellikle de Amerikan Senatosu’nda etkin olan Siyonist lobi, Amerikan başkanlığına aday gösterilen herkesten, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacağına dair mutlaka söz almaktadır. Her ne kadar şimdiye dek hiç kimse buna cesaret edememişse de, Arap ve Müslümanların suskunluğu ve ihmalkârlığı böyle devam ederse, bunun gerçekleşme ihtimali bulunmaktadır.
Direniş Hareketlerinin Ayak Sesleri
Bütün zorluk ve sıkıntılara rağmen olayın vahametinin farkında bilinçli Müslümanlar, topraklarının gasbedildiğinin farkında olarak bu devletin kurucuları olan bütün Batı devletlerini karşılarına almak suretiyle bu Siyonist harekete karşı mücadeleye başladılar.
Filistin mücadelesinde önemli bir adım olarak İlk İslam Kongresi, 1931 tarihinde Hacı Emin el-Huseyni başkanlığında toplandı. 1933 Ocak ayında Filistin’in her tarafında İngiltere’nin protesto edildiği büyük eylemler gerçekleştirildi. 1935 yılında Filistin’in ileri gelenlerinden 500 kişinin katıldığı bir kongre daha düzenlendi. Kongrede Yahudilere arazi satmanın yasak olduğuna dair bir karar çıkarıldı. 1921 yılından beri büyük gayretlerle yapılan çalışmalar meyvesini vermeye başlamıştı. Filistin mücadelesinin sembol isimlerinden İzzeddin el-Kassam yeni bir nesil yetiştirmek için bütün gücüyle çalışmağa başladı. El-Kassam yetiştirdiği gençleri siyonistlere karşı cihada teşvik ediyordu. Toplam iki yüz kişiden meydana gelen bir grup oluşturdu ve bu gençleri Filistin’in her tarafına Yahudi yerleşim merkezlerine karşı mücadele etmek üzere dağıttı. Kendisi aynı zamanda Hayfa Müslüman Gençler Cemiyeti’nin lideriydi ve İstiklal Camisinde ders veriyordu. 1935 yılının Kasım ayının 20’sinde İngiltere onun üzerine askeri birlik gönderdi. Kassam, arkadaşlarından bazıları ile birlikte şehid edildi.
Filistin sahasındaki başarı ve gayretlerini göz önüne aldığımızda bir başka önemli şahsiyet olarak İmam Hasan El-Benna ve düşüncelerinin Filistin davasını ne kadar etkilediğini görebilmek mümkündür. El-Benna “Filistin, Müslüman toprakları olması, Peygamberlerin beşiği olması ve Allah’ın mübarek kıldığı Mescidi Aksa’nın içinde olması nedeniyle her Müslüman’ın vatanıdır. Filistin davası da her Müslüman’ın davasıdır” der. Bu süreçte Üstad Hasan el-Benna Filistin ile irtibatını hiç koparmamış, kardeşi Abdurrahman’ı, İzzettin el-Kassam ile irtibat kurması için göndermişti. El-Kassam, daha önce Hasan el-Benna ile Kahire’de karşılaşmıştı. Kassam şehid edilmesinin Filistin halkının gönlünde direniş şuurunun uyanmasında büyük etkisi oldu. Müslümanlar El-Kassam ile iki arkadaşının cesedini beş kilometre mesafe boyunca taşıdılar. Filistin’in çoğu camilerinde, 22 Kasım 1935 tarihinde onun için gıyabi cenaze namazı kılındı. El-Kassam bundan sonra cihad için bir sembol, kahramanlık ve direniş için bir örneği oldu. 1936’da Filistin’de olayların şiddetlenmesi üzerine İhvan-ı Müslimin Hasan el-Benna liderliğinde Filistin için yardım, gösteri organizasyonları tertip eder. Filistin’e destek için Müslüman Kardeşlerden bin kişilik bir öncü grup gönderilir. On bin kişilik göndermek istediği grup engellenir.
İmam Hasan El-Benna, Kudüs sevgisi ve bunun için ortaya koyduğu samimiyetin faturasını öderken, onun kurduğu Müslüman Kardeşler Cemaati de Filistin için yaptığı cihadın faturasını ödedi. İmam şehit edildi, cemaat de kapatıldı; mensupları zulme, baskı ve işkenceye maruz kaldı. Tarih, İmam El-Benna’nın düşünce, siyaset, basın, propaganda, para ve cihad yoluyla Filistin’i destekleyen tarihin ender şahsiyetlerinden biri olduğunu yazacaktır.” sözlerinden sonra soru-cevap faslına geçildi. Ardından İslam ümmeti için yapılan dua ile programımız sona erdi.