Bu dünyada kırk üç yıl yaşadı (17 Ekim 1906 – 12 Şubat 1949). Kırk üç yıllık hayat ne kadar da kısa geliyor bize, değil mi? Bu süre, birçok insan için büyümek, eğitim görmek, evlenmek, iş kurmak ve sosyal hayatta yer edinmek için bile yeterli bir zaman değil. Ama o “birçok insan” gibi değildi. Adeta çağının İmam Nevevi’si idi o. Allah Teala iyi yetişmesi için uygun altyapı oluşturmuş ve ömrünü bereketlendirmişti. Tabir caizse ona zaman içinde zaman bahşedilmişti. O, saliha bir annenin ve takva ve zühd örneği muhaddis bir babanın evladı olarak dünyaya geldi. Hilafetin ilga edildiği bir zamanda yaşadı ve bunun sancısını iliklerine kadar hissetti. Çünkü Hilafet, bin üç yüz küsur senedir devam eden ve Müslümanların siyasi ve idari varlığını ve birliğini temsil eden bir çınardı. Hilafetin 1924’teki ilgasına, o, 1928’te İhvan’ı kurarak cevap verdi.
Şöyle diyordu: “Allah bilir, nice gecelerimizi ümmetin dertlerine çareler aramak için geçirdik. Ümmetin durumunu tahlil etmek, sıkıntılarına çözümler üretmek için çokça düşündük. Bu hallerin tesiriyle bazen ağlama durumuna gelirdik.” İşte bu sıkıntılara bir çare olması umuduyla Müslüman Kardeşler hareketini kurduğunda yaşı henüz 22 idi. Bu hareketin gelişip büyümesi için Mısır’da dört binden fazla köy, kasaba ve şehir dolaştı. Kaldı ki sadece Mısır’la ilgilenmedi. Hareketinin en önemli ilkelerinden birisi evrensellik olunca, yapay sınırlara takılmak, birilerinin çizip bize dayattığı haritalara hapsolmak olmazdı. Bundan dolayı kuruluşundan sadece dört yıl sonra, 1932’de İhvan’ın Mısır dışındaki ilk şubesi Cibuti’de açıldı. Aynı ümmetçi bakışla, ne Yemen ile Suudi Arabistan arasındaki soruna, ne de Fransa ile Fas arasındaki meselelere ilgisiz kaldı. Keza, ne genç Pakistan devletinin kuruluşuna bigane, ne de Hollanda’nın Endonezya’ya yönelik işgal ve sömürü amaçlı saldırganlığına sessiz kaldı.
Bu anlayıştaki bir insanın Filistin’i ve Mescid-i Aksa’yı unutması mümkün mü? 1931’de Filistin Müftüsü Muhammed Emin el-Hüseyni’ye duygu yüklü bir mektup gönderdi ve pratik bazı çalışmaların başlatılmasını önerdi. 1935’te mücahid İzzettin el-Kassam’a, kendilerini desteklediklerini bildirmek üzere bir heyet gönderdi. Bununla yetinmeyerek Mısır genelinde de bir kampanya başlattı ve Filistin dâvası için maddi destekte bulundu. Filistin cihadına katılmak üzere gönüllü birlikler oluşturdu. Bu çabalar, meşhur Arap edebiyatçı Mustafa Sadık er-Rafii’nin dikkatinden kaçmadı ve ona meşhur ‘el-Eydi’l Müteveddıa’ makalesini yazdırdı.
İşin ilginç olan tarafı şu ki, o, tüm bu çalışmalarını öğretmenlik mesleği ile beraber ve onu aksatmadan yürütmeyi başarmıştır. (Öğretmenliğe şehadetinden üç sene öncesine;1946’ya kadar devam etmiştir.) Oysaki o da diğer öğretmenler gibi sadece bir günlük Cuma tatiline sahipti. Onu farklı kılan ise uyku için az zaman ve geçinmek için az dünyalıkla yetinmesi idi.
O mutasavvıf olduğu kadar mücahid; âlim olduğu kadar abid; düşünür olduğu kadar hareket adamı; zahid ve müttaki olduğu kadar da siyasetçi idi. İşte böylesi kısa ama bereketli bir ömre sahip olması ve çok farklı alanlarda çalışmalarının bulunması nedeniyle İmam Hasan el-Bennâ’yı yazmak ve tanıtmak oldukça zordur. Bu zorluğu aşmak için de, çağdaş dâvet önderlerine ve âlimlere başvurarak kitabın girişine ‘Şehit İmam Hasan el-Bennâ Hakkında Söylenenler’ adıyla bir bölüm ekledik.
Şüphesiz onun en büyük eseri ne kitapları ne de günlük çalışmalarıdır. Kitapları ve günlük çalışmaları paha biçilemez değerde olmakla birlikte onun tartışmasız en büyük eseri kurduğu Müslüman Kardeşler hareketi ve bu vesile ile tüm Müslümanlara miras olarak bıraktığı İslami hareket usulüdür. Müslüman Kardeşler hareketinin ne olduğunu da, gelin, Seyyid Kutub’tan ve idamla yargılandığı mahkemenin tutanaklarından okuyalım:
“Savcı: Din işlerini deruhte eden tek kurum İhvan mıdır ki, devlet onun çalışmalarını yasakladığında Müslümanların dini çalışmalarını engellemiş olsun?
Seyyid Kutub: Bana göre Müslüman Kardeşler hareketi, tüm Müslüman bölgelerde son dört asırda ortaya çıkan en başarılı İslami deneyimdir…”