İlim Ahlak Hareket

Ara
Close this search box.

Hasan el-Benna`nın Hayatı

I. Giriş

18. yüzyıldan itibaren Avrupa kültürel, teknik ve askeri alanda ilerlemeye başlayınca gelişen sanayisine ham madde bulma sorununun çözümünü zengin kaynaklara sahip öteki dünyayı sömürgeleştirmekte buldu. Bu öteki dünyaya üzerinde Müslümanların yaşadığı Hindistan, Kuzey Afrika, Nil Vadisi ve diğer bölgeler de dahildi.

İslam dünyası ise içsel dinamizmini çoktandır kaybetmiş, insanlara adaleti götürmeyi akidenin pratik yansıması olarak gören ruhu kaybetmişti. Yaşantıları önceki kültürleriyle İslam’ın tuhaf bir karmasıydı. Başlarındaki sultanlar ise artık memleketlerini dış müdahalelerden koruyamıyorlardı. Malik b. Nebi’nin ifadesiyle ‘sömürüye uygun bir durum’da (1) idiler. Adeta emperyalist Batı’nın gelmesini bekliyorlardı. O da materyalist, sömürgeci kültür ve medeniyetiyle geldi. Kendi okullarını açtı. Ancak buralarda sürekli olarak kalmanın maliyetini düşürmek için kendine bağlı gelecekte yönetici olacak yerliler yetiştirmeliydi.

Sömürü henüz düşünme yeteneğini kaybetmemiş insanlarda bazı şeyleri sorgulama zorunluluğu doğurdu. Artık inkar edemezlerdi; Batı medeniyeti karşısında tam bir bozgun yaşıyorlardı. Bundan çıkış yolu ne olacaktı? Bu sorunun cevabı kendi içlerinde tamamen homojen olmasa da iki akımın ortaya çıkışını belirledi:

– Modernist akım.

– Islahatçı akım.

Modernistler Batı’nın açtığı okullarda eğitilmiş veya şu ya da bu sebeple Batı’ya çarpılmış köle ruhlu insanlardı, Onlara göre ilerlemenin, açmazlardan kurtulmanın tek yolu vardı; sömürgecinin taklit edilmesi. Taha Hüseyin, (2) Seyyid Ahmed Han (3) gibi isimler bu akımın ilk akla gelen isimleridir. Ali Abdurrazık’ı da din-devlet ayrımını savunan görüşleriyle bu akıma dahil edebiliriz. Ali Abdurrazık’ın bir farkı vardı: Ayrıma dini bir temel bulmaya çalışmıştı. (4)

Islahatçı akım ise içine düştüğü hareketsizlik ve ataletten kurtulabilmeyi halk kitlelerinde, ‘kalp intifadası’na susamış kitlelerde içsel dinamizmi yeşertip geliştirmeyi hedefledi. (5) Bu akım, adalet götürmek üzere Sasani kapılarına dayanan ruh halini tekrar yaratmak için, üzeri yüzyıllar boyu küflenen vahyi özü ortaya çıkarmayı, dinlerini gelenekten ayırt etmeyi hedef olarak belirledi. Bir toplum kendi içindekini değiştirmedikçe, kuşkusuz Allah da o toplumun bulunduğu durumu değiştirecek değildir. (6) O halde toplumun değişim/dönüşüm geçirmesi şarttı.

Malik b. Nebi, tarihi yorumlayış biçimi, kültür ve medeniyet tahlil ediş şekli ve sunduğu çözümler ile İbn Haldun’dan beri ilk orijinal Arap düşünürü (7) olmaktan öte biridir. Cemaleddin Afgani’nin sömürü ve cehalete karşı verdiği mücadele, (8) Muhammed Abduh’un itikadi düşünceyi ıslah çalışmaları (9) ve Reşit Rıza’nın İslam’ı ilk devirdeki gibi algılama çalışmaları 19. ve 2O. yüzyılda İslam dünyasında ıslahatçı hareketin onur kaynaklarından bazılarıdır.

Bu çizgiyi 20. yüzyılın ilk yarısında Mısır’da başarıyla devam ettirenlerden biri de Hasan el-Benna’dır. Mısır’ın o günkü koşullarında el-Benna hem sömürüye karşı olmalı, hem de İngiltere gölgesinde güya bağımsızlığını kazanmış devletin siyasi yapısı, uluslararası ilişkilerinin nasıl olması gerektiği konularında bir düşünce sistemi oluşturmalıydı. O, bunun ötesinde bir şey yaparak düşüncelerini halk kitlelerine yaymayı başardı. 1949′da şehid edilişine kadar etkin bir hareket ortaya çıkardı. Belki de ıslahatçı akım İran İslam Devrimi’ni ve Muhammed b. Abdulvehhab’ın (10) hareketini saymazsak en fazla el-Benna döneminde başarıya yakındı.

II. El-Benna Döneminde Mısır

a) Siyasi Durum

20. yüzyılın başında Mısır İngilizler’in hakimiyeti altındaydı. (11) Bu durum Urabi Paşa’dan beri varolan milliyetçi hareketin artmasına sebep oldu. (12) Fransa’da ileri düzeyde araştırmalar yapmış bir avukat olan Mustafa Kamil 1894′te Hizbulvatan isimli özgürlükçü bir hareket başlatmıştı. 1900′de el-Liva isimli bir gazete çıkarmaya başladı. 1907′de ise bir ‘Milli Kongre’ oluşturdu ve başkan seçildi. Fakat uzun süre yaşamadı.

İngiltere’nin Mısır Yüksek Komiseri Ernest Gorst, Hidivi (13) kuklası haline getirmişti. Bunun üzerine Hidiv’e ve Gorst’un yerine gelen Kitchener’e karşı geniş çaplı öğrenci hareketleri başladı. Temmuz 1919′da anayasa ilan edilerek 80 üyeli bir parlamento kuruldu. Bu sayının 15′i atamayla diğerleri ise dolaylı seçimlerle işbaşına geldi. Bir kaç ay sonra I. Dünya Savaşı patlak verince Mısır’da İngiliz mandası ilan edildi. (14)

Savaş sırasında güçlenen milliyetçi hareketin başında bu kez Sa’d Zağlul vardı. Daha sonraları hareket Vefd adını almıştır. Savaş sonrasında Sa’d Zağlul ve arkadaşları tutuklanarak Malta’ya sürüldüler. Bu durum halk arasında büyük bir ayaklanmaya sebep oldu. İngiliz başkomutanın ayaklanmayı bastırmak için güç kullanması hiç bir yarar sağlamadı. 1920′de Sa’d Zağlul ve arkadaşları serbest bırakılarak Mısır’ın siyasi durumunu görüşmek üzere Londra’ya çağrıldılar. Fakat ayaklanma devam ediyordu. Vefd’ın liderleri tekrar tutuklandılar. İngiltere ayaklanmayı bastırmak için Mısır’ın iç işlerinde serbest olduğunu ilan etti. Ancak yabancıların korunması ve haberleşme kendi tekelinde olacaktı. 15 Mart 1922′de Fuad kral ilan edildi. (15) Bir yıl sonra Sa’d Zağlul serbest bırakıldı. Yapılan seçimlerde Vefd büyük çoğunluğun oyunu alınca Zağlul başbakan oldu.

1927′de Sa’d Zağlul ölünce Mustafa Nahhas Paşa Vefd’in lideri oldu. Ülkede İngiliz karşıtı hareket sürmekteydi. Şiddet olaylarında Mısır ordusunun İngiliz başkomutanı öldürülünce olaylardan Vefd sorumlu tutularak liderleri hapsedildi. (16) 1930?1935 yılları arasında tekrar büyük öğrenci hareketleri çıktı. İtalya da bu yıllarda Habeşistan’a yerleşmiş, Nil Nehri’nin kaynaklarına egemen olmuştu. Bu durum Mısır için bir tehdit oluşturuyordu. (17) Bütün bunlar karşısında Kral 1923 anayasasını tekrar yürürlüğe koymak zorunda kaldı. Yapılan genel seçimleri Vefd kazanınca Nahhas Paşa yeniden başbakan oldu.

1937′de Montreaux Konferansı ile Mısır’da kapitülasyonların kaldırılmasına ancak karma mahkemelerin devamına ve yetkilerinin ceza davalarını da kapsar şekilde genişletilmesine karar verildi. II. Dünya Savaşı sırasında parlamento dağıtılmış ve ülke askeri işgal altında bulunmaktaydı. 1950′de Mustafa Nahhas Paşa yeniden başbakan oldu. (18)

23 Temmuz 1952′de ordunun ‘Genç Subaylar’ olarak bilinen kanadı ihtilal gerçekleştirdi ve ülke ancak 1956′da tam bağımsızlığına kavuştu. (19)

b) Düşünsel ve Sosyal Durum

Islahatçı düşüncenin önderlerinden olan Seyyid Cemaleddin Afgani (öl. 1897), 1871 baharında Kahire’ye gelmiş ve Mısır halkının İngiliz emperyalizmine karşı direnmesi için büyük çaba göstermişti. Seyyid Cemaleddin’in mücadelesi şu 5 hususta odaklanmıştı: 1) İslam dininin müslümanlara klavuz olmaya, onların ilerlemesini sağlamaya yeterli olduğu, 2)Kadere boyun eğmeyi, uyuşukluğu yaratan ruh durumuyla savaşım, 3) İslam’ın temel kaynaklarına dönüş, 4) İslam öğretilerinin akılcı yorumlanması, yeni bilimleri öğrenmeye çağrı, 5) Sömürü ve istibdata karşı savaşım. (20) Birçok Mısırlı ve Suriyeli aydın ondan etkilendi. Vefd’in kurucusu Sa’d Zağlul de bunlardan biridir. (21)

Afgani’nin en büyük destekçisi ve öğrencisi olan Muhammed Abduh (öl. 1905) dini düşünceyi ıslah etmek için uğraşmıştı. O, Mısır halkı bilgisiz ve bilinçsiz olduğu sürece İngilizleri vatanlarından atamazlar bu nedenle de dini düşüncelerinin ıslahı sömürüyle yapılacak siyasal savaştan öncelikli olmalıdır şeklinde düşünüyordu. (22)

Abduh’un öğrencisi olan Muhammed Reşit Rıza 1898′de başlayıp 35 yıl boyunca aralıksız olarak çıkarttığı el-Menar dergisi ile müslümanların yaygın yanlış inançlarını düzeltmeye çalıştı.

Diğer yandan modernist düşünceler de bu ortamda kendilerine yer bulabiliyorlardı. Taha Hüseyin Mısır’ın tarihte Doğu’dan daha çok Batı ile ilişkilere sahip olduğunu, onun aslında Batı’ya ait bir ülke olduğunu söylemiş, Batı uygarlığının taklit edilmesini savunmuştu. (23)

Ezherli bir yargıç olan Ali Abdurrazık’ın 1925′te yayınlanan ‘el-İslam ve’l-Usurul-Hukm’ adlı eseri büyük tartışma başlatmıştı. Özet olarak şunları söylüyordu: İslam, devletin şekli, kurumları hakkında ne öneriler getirmiş, ne de onları reddetmiştir. Hilafet bir zorunluluk değildir. Hatta İslam’da siyaset dinden ayrıdır. (24)

Tasavvufun Mısır’ın geleneksel halkı üzerinde büyük etkisi vardı. Birçok tarikat şeyhi bidat ve hurafelerle dolu bir İslam’ı savunuyordu. Bilhassa taşrada tarikatlar İslam olarak biliniyor ve bu, şeyhlere dindar Mısırlılar üzerinde bir nüfuz sağlıyordu.

Halkın sosyal durumu iç açıcı değildi. İki sosyal sınıf vardı; toplumun küçük bir kesimini oluşturan büyük toprak sahipleri ve tüccarlar diğeri ise halkın büyük kesimini oluşturan fakir tabaka. Kırsal kesimin fellahini (çiftçiler) çok küçük topraklara sahipti ve ancak bahçe tarımı yapabiliyorlardı. Geçimleri için büyük toprak sahiplerinin arazilerinde çalışmak zorundaydılar. (25) 1930′lu yıllarda ekilebilir alanın % 44′ü 12.000 toprak sahibine aitken geri kalan % 56lık bölüm 11 buçuk milyon nüfuslu kırsal bölgenin 2 milyon 200 binine ait küçük mülklerdi. (26)

Çok sayıda yabancı şirket elektrik, su ve taşımacılık gibi önemli amme hizmetlerini tekellerine almışlar endüstri ve ticareti de kontrollerinde tutarak büyük kar temin ediyorlardı. Yarım milyonu aşkın işsiz vardı. (27)

III. Hayatı

Hasan el-Benna 1906 yılında Nil deltasında bulunan Mahmudiye kasabasında doğdu. Babası çocuklara Kur’an öğretip camide imamlık ve müezzinlik yapan, geçimini ise saat tamirciliği ile temin eden biriydi. El-Benna ilk ve ortaokulu kendi kasabasında bitirdi. Orta üçüncü sınıftayken Ahlak ve Edeb Cemiyeti adında, iç tüzüğünde küfredenden ve kavga edenden para toplamanın yer aldığı, dini emirlere sımsıkı sarılmayı şiar edinen okul içi bir cemiyet kurulmuş, başkanı da Hasan el-Benna olmuştu.

Daha sonra bir grup arkadaşıyla Haramların İşlenmesini Önleme Cemiyeti adında bir örgüt kurdular. Her üye belirli bir miktarda aidat vermek zorundaydı. İşlevi, İslam’a aykırı davrananları mektupla uyarmak şeklindeydi. (28) Ortaokullar kaldırılınca öğretmen yetiştiren ilköğretim okuluna kaydoldu. Bu sıralarda Hassafiye tarikatına girdi, zikirlerine devam etti. Daha sonraları tasavvufu değerlendirirken çıkışını olumlu bulduğunu, fakat sonra bünyesine İslam’a aykırı unsurların girdiğini ifade edecektir. İleride el-Benna’nın tasavvuf hakkındaki düşüncelerini daha geniş inceleyeceğiz. Öğretmen okulu yılları ibadet ve tasavvufa daldığı yıllardı. (29) 1919′da İngiliz sömürüsü ve işbirlikçilerine karşı yapılan gösteri ve boykotlara katılıyordu. Öğretmen okulunu bitirdikten sonra yüksek öğrenim için Kahire’de bulunan Daru’l-Ulum’a kaydoldu.

Kahire onu hayli etkiledi. Aklın özgürleştirilmesi adı altında ahlaki bir çöküş yaşanıyordu. Modernizmin yayılmasıyla insanlar her geçen gün dinden uzaklaşıyordu. Ali Abdurrazık ve Taha Hüseyin’in kitapları da henüz yayınlanmıştı. İlmi ile maruf insanların buna karşı hiç bir çalışması yoktu. Bu durum el-Benna’yı hayli etkiledi. İlim ehli olarak gördüğü insanlarla konuşarak onları harekete geçmeye zorladı. Çabaları sonucu ileri gelen ilim adamları bir araya gelerek el-Fetih isimli bir dergi çıkarmaya başladılar.(30)

Daru’l-Ulum’un son sınıfında hocası şöyle bir kompozisyon konusu vermişti: Öğreniminizi tamamladıktan sonraki en büyük arzunuzu yazarak bunu gerçekleştirmek için kullanacağınız araçlar hakkında açıklamalar yapınız.

El-Benna yazdığı kompozisyonda faydası sadece sahibine olan bir arzusu olmadığını Allah’ın rızasını kazanmak için toplumun da fayda sağlayacağı emelleri olduğunu, insanları ve toplumu ıslah etmek için çaba harcayacağını yazmıştır. Bunun için iki yol bulunduğunu, birisinin iyi veya kötü olsun yaratılmışların hiç bir sorunuyla ilgilenmeyen tasavvuf yolu, diğerinin ise eğitim, öğretim ve irşad yolu olduğunu belirtiyor, Kur’an’ın bu yolu teşvik ettiğini “Belki sakınırlar diye kendilerine döndükleri zaman kavimlerini inzar etmeleri için (dinde fakih olsunlar).” (Tevbe, 123) ayetini ifade ederek bu yolu kullanacağını yazıyordu. (31) Gerçekten de düşündüğünü yapmış ve bunu pratik olarak İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler)’de göstermiştir.

Haziran 1927′de Darul-Ulum’dan mezun olup İsmailiyye’ye öğretmen olarak atandı. Böylece Kahire’deki hayatının birinci dönemi kapanmıştı. Kahire’deki yıllarını şöyle anlatıyordu: “Kahire’deki hayatım Şeyh ed-Decevi’nin evinde (hala tasavvuf vardı), Muhibbuddin el-Hatib’in bulunduğu el-Mektebetu’s-Selefiyye’de, el-Menar ile Seyyid Reşid Rıza’nın yanında geçen çok acayib bir karma idi.” (32)

İsmailiyye Süveyş Kanalı’na oldukça yakın olduğundan batısında İngiliz askeri birlikleri yer alıyor, doğusunda ise Süveyş Kanalı Ortaklığı idaresi bulunuyordu. Sömürgecilerin buradaki varlığı yerli halkı ister istemez etkilemiş batı tarzı yaşam şekilleri yavaş yavaş girmeye başlamıştı. Birçok yerli, sömürgecilerin iş yerlerinde çalışmaktaydı. Sömürünün varlığı açıkça hissediliyordu. Cadde isimleri bile sömürgecinin dilindendi. Birçok tarikat ve grup vardı. İslam hakkında konuşan kişiler grup taassubu yüzünden etkisiz kalıyordu.

El-Benna böyle bir ortamda grup çatışmalarından uzak olmak için davetine kahvelerden başlamak gerektiğini düş&uu
l;ndü. Kahve müdavimleri İslam hakkında bilgileri olmayan kimselerdi. Davet için binlerce insanın davet ettiği 3 büyük kahve seçti ve her birinde düzenli olarak haftada ikişer gün konuşmalar yaptı. İlk önce garip karşılandıysa da sonra insanlar ilgi duymaya başladılar. Konuşmalarında Allah’ı ve ahiret gününü hatırlatıyor dinleyenleri kendine çekmeye çalışıyordu. Konuşma süresi en fazla 15 dakikaydı. Bu, halk arasında yavaş yavaş etki uyandırmaya başladı. Kahveye gelenlerin sayısı her gün artıyordu.

Bir araya gelmek, topluca ibadet etmek için bir merkez bulunur. Gelenlerin çoğu yeni ibadete başlayan nasıl ibadet edileceğini bilmeyen kimseler olduğundan onlara ibadetlerin yapılış şeklini gösterir. Konuşmalarında felsefi görüşlere mantıki çıkarımlara yer vermiyor, onlara akidelerini açıklıyordu. Bir grubu diğerine tercih etmiş olmamak için tartışmalı konulara girmekten kaçınıyor, sorulduğunda cevap vermiyordu. Tarikatlar hakkında olumlu veya olumsuz bir şey söylemiyor, şeyhleriyle baş başa kaldığında onlara, dizginlerini kendilerine teslim etmiş tabilerinin dikkatlerini sömürüye çekmelerini İslam’a izzet ve şerefini tekrar kazandırmak için zihinlerini ilim ve marifetle doldurmalarını istiyordu. Genel mantığı; herkesin bulunduğu konumda İslam’ın izzeti için elinden geleni yapmasıydı.

Mart 1928′de bir gün 6 kişi gelerek kendisini dinleyip etkilendiklerini, tekrar izzet ve şereflerini kazanmak, Allah rızası için dini uğruna çalışmak istediklerini belirtip sorumluluklarını üzerine almasını istediler. Bunun üzerine biatlaşarak Müslüman Kardeşler’i kurdular. (33)

Kardeşler’in merkezi olacak bir mescid ve okul yaptırıldı. Okula Hira İslam Enstitüsü adı verildi. Enstitü’nün öğretim programı üç ayrı bölüme sahipti. Birinci kısım ilkokul müfredatına göre ayarlanmıştır. İkinci kısımda sabahleyin ilkokul, öğleden sonra sanat okulları müfredatı uygulanıyordu. Üçüncü kısımda ise öğrencilerin önce lise sonra yüksekokul sonra da diğer okullara hazırlanabilecekleri bir müfredat izleniyordu.

Müslüman Kardeşler’in, Kahire dahil çeşitli yerleşim bölgelerinde şubeleri açılmaya başlandı. El-Benna’nın Kahire’ye gelmesiyle Müslüman Kardeşler’in genel merkezi Ekim 1932′de Kahire’ye taşınmış oldu.

Kahire’de Müslüman Kardeşler’in çalışmalarını şöyle tasnif edebiliriz:

-Evlerde, camilerde konferans ve dersler.

-El-Benna’nın risalelerinin yayınlanması.

-İlk olarak haftalık Müslüman Kardeşler Dergisi (1933?1936), sonra da en-Nezir isimli bir derginin yayına başlaması.

-Çeşitli şubeler açmak.

-Sportif faaliyetlerde bulunan izci örgütleri kurmak.

-Öğrenci kolları oluşturmak.

-Yıllık kongreler. (34)

Mayıs 1938′de haftalık siyasi en-Nezir dergisi çıkartıldı. İlk sayının başyazısında el-Benna, o ana kadar sürdürdükleri çabanın o devre ait olduğunu, şimdi ise yeni bir metodun uygulanacağını yazıyordu. İslam’ın hem din, hem devlet, hem ruhanilik, hem amel, hem mushaf, hem kılıç olduğunu belirttiği yazısında siyasi liderleri kendi ilkelerine, İslam için çalışmaya, İslam yönetimini tekrar getirmeye çağıracaklarını ifade edip, eğer bunu yapmazlarsa uzlaşmasız mücadeleye gireceklerini belirtmişti. Sadece sözlü davet aşamasından fiili cihad aşamasına gelindiğini ifade ediyordu. (35)

Kardeşler, kadın kolu olan Müslüman Kız kardeşler adlı yan bir kola da sahipti. 26 Nisan 1933′te oluşturulan bu kol, kadınlar arasında çalışıyor, yaygın hurafelerle savaşıyordu.

Bu arada misyonerlik faaliyetleri artmıştı. Kardeşler misyonerlerin ağına düşen insanları kurtarıyor, maddi sıkıntıları varsa maaş bağlıyorlardı. Genel Şura Meclisi Kral Fuad’a bir mektup gönderdi (1935). Bağlılıkları sunuluyor, Allah’ın onu şeriatının bekçiliğiyle görevlendirdiği ifade edilerek misyoner faaliyetlerinin yasaklanması isteniyordu. (36)

Üçüncü Genel Kurul toplantısında Müslüman Kardeşler’in fiili olarak oluşturulması kararlaştırıldı. Buna göre; Kardeşler’i iyi bir nefis terbiyesinden geçirmek bütün büroların görevidir. Kardeşlere katılmak üç ayrı derecede olacaktır.

a) Genel Katılma: Şube yönetiminin uygun bulduğu, tanışma beyannamesini imzalayan, aidat ödemeyi taahhüt eden her Müslüman katılabilir. Bu mertebede kardeşe ‘müntesip kardeş’ denir.

b) İkinci aşamada kardeş akideyi ezberlemek, emirleri yerine getirmeyi taahhüt etmek, çağrıldığında haftalık ve senelik toplantılara katılmakla görevlidir. Adı müntesip kardeştir.

c) Fiili katılım: Bu mertebede görevler şunlardır: Şube yönetimine resmini verip özgeçmişini bildirmek, akide şerhini etüt etmek, her gün Kur’an okumak, şubenin haftalık toplantılarına katılmak, Hac sandığına üye olmak, zekat heyetine katılmak, izcilik koluna katılmak, gücü yettiğince fasih Arapça konuşmak, 40 hadis ezberlemek, Kardeşler’in uslandırıcı cezalarını kabul etmek. Bu basamakta adı ‘amil kardeş’tir.

d) Cihadi katılma: Genel İrşad Bürosu’na önceki basamaklarda tüm görevlerini yerine getirdiğini isbat eden kişilerden oluşur. Bu aşamada görevler: Sahih sünneti araştırmak ve ona uymaya çalışmak, gece namazına kalkmak, özürsüz cemaatle namazı terk etmemek, İslami olmayan her şeyden uzak durmak, İrşad Bürosu ve dava sandıklarına mali ortaklıkta bulunmak, terekesinin bir kısmını Müslüman Kardeşler’e vasiyet etmek, Büro’nun çağrısını kabul etmek. Bu aşamada adı ‘Mücahid’dir. (37)

Kardeşlerin idari kuruluşları ise şöyledir:

Genel Mürşid

Genel İrşad Bürosu

Bölge temsilcilerinden oluşan Genel Danışma Meclisi.

Şube temsilcileri.

Merkezi Danışma Meclisleri.

Bölge Kongreleri.

Büro temsilcileri.

İzcilik kolları.

Kız kardeşler kolları. (33)

Bu arada Filistin, Suriye ve Lübnan’da Kardeşler’in şubeleri açıldı.

Aralarında tanışmayı sağlamak için on ayrı çıkıntısı bulunan ince işli bir yüzük amblem olarak kabul edildi. Bu, on çıkıntı, “De ki gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım…” şeklinde başlayan En’am Suresi’nin 151?152. ayetlerindeki 10 hususu temsil ediyordu.

Filistin halkı Yahudiler lehine tavır sergileyen İngiliz sömürüsüne karşı ayaklanınca, Müslüman Kardeşler Filistin davasına sahip çıktı. Çeşitli yardımlarda bulundu. Filistinliler’in aleyhine gerçekleşen 1936 antlaşmasından sonra el-Benna siyasi liderlere, fikir adamlarına, yöneticilere gönderdiği mektuplarla 50 madde sıralayıp bunları uygulamalarını istedi. Bu 3 başlık altında toplanmış 50 maddelik ıslahat programıydı:

1) Siyasi ve yargı alanında; particiliğe son vermek, çünkü particilik milleti bölüyordu, yasaların tamamının İslami olması, kaybedilen hilafetin durumunu ciddi olarak ele almak, hükümet eliyle vatandaşlara İslami ruh aşılamak, devlet dairelerinin çalışma saatlerin namaz vakitlerine göre düzenlemek, rüşvete son vermek, askeri ve idari görevlerden bazılarını el-Ezherliler’e vermek.

2) Sosyal ve ilmi alanda; ahlaki suçlara verilen cezaların ağırlaştırılması, kadın sorununun İslam öğretilerine uygun olarak çözümü, fuhuş ve zinanın sonunun getirilmesi, bütün şekilleriyle kumara son vermek, içkiyi ve çıplaklığı yasaklamak, öğretimde kızlarla erkekleri ayırmak, tiyatro, sinema ve basını sıkı kontrole tabi tutmak, dil, adet, kıyafet konularında yabancı taklidine son vermek, sağlık alanında gerekli düzenlemeleri yapmak.

3) İktisadi alanda; zekatı düzenlemek, faizi yasaklamak, bankaları yeniden düzenlemek, yabancıların elinde bulunan iş sahalarını millileştirmek, halkı şirketlerin baskısından kurtarmak, küçük memurları kalkındırmak, büyük memurların maaşlarını azaltmak, ziraat ve sanayi alanında eğitime gereken önemi vermek. (39)

İnkılapçı Değil Nasihatçı!!

El-Benna hareketin tabiatını belirtirken sürekli yapıcı olduğunu, yakıcı olmadığını ifade ederek gençleri dizginlemeye çalışıyordu. 1937′de İhvan dışı bir grup şeriat adına içki stoklarını tahrip etmiş ve Kardeşler’i sakin olmakla suçlamıştı. Bu durum daha sonra ‘Şebab-ı Muhammed’i kuran küçük bir grubun kopmasıyla sonuçlandı. (40)

İktisadi alanda Kardeşler’in de pay sahibi olmaları amacıyla 1939′da İslami Muamelat Ortaklığı adında bir şirket kuruldu.

22 Ağustos 1935′te Reşit Rıza’nın ölümüyle kapanma durumuna gelen el-Menar’ın yayınına devam edebilmesi için Kardeşler mali destek sağladılar. Böylece dergi bir müddet daha yayınlandı.

İngiliz sömürüsünün hissedilen varlığı ve Filistin sorunu el-Benna’yı 1940′ta patlayıcı ve silahlı eğitim yapan el-Nizam el-Hass isimli askeri bir kanat kurmaya itti. Bu özel teşkilat Süveyş’teki İngiliz işgaline ve Filistin’deki siyonist harekete karşı savaşmak için kurulmuştu. Örgüt, İngiliz askerlerine saldırı, Müslüman Kardeşler’e karşı saldırgan davranan Başbakan Mahmud en-Nukraşi’nin öldürülmesi gibi bazı eylemlerden sorumlu tutulan, liderlerinin bir kısmı tutuklandı.

El-Benna Kardeşler’in sorumlu tutulamayacağını belirterek tüm şiddet olaylarını özellikle Nukraşi’nin öldürülmesini reddetti. İçişleri Bakanı’na gönderdiği mektupta bu olayları gerçekleştirenlerin Müslüman Kardeşler’den ve Müslüman halktan olamayacağını söylemekteydi. (41)

Bu ifade taraftarlarında hoşnutsuzluğa sebep oldu. 1948′de hakim Ahmed el-Hazindar’ın öldürülmesinden sonra örgütün kontrolünü kaybetmek üzere olduğundan yakınıyordu. (42)

1941′de 6. Kongre’de Müslüman Kardeşler seçimlere iştirak etme kararı alınca el-Benna 1942 seçimlerinde adaylığını ilan etti, Fakat Başbakan en-Nahhas’ın isteğiyle geri çekildi. (43) 1945 seçimlerine 5 arkadaşı ile tekrar katılmayı denediyse de hükümet İhvan’ı hedef alan sosyal kuruluşların siyasi faaliyette bulunmasını engelleyen bir yasa çıkarttı.

1948 Aralık başında hükümet, sokak gösterileri düzenlemek ve bir çok siyasinin öldürülmesiyle ilgili olmak suçuyla İhvan’ı yasadışı ilan etti. Aralık 28′de de Başbakan en-Nukraşi öldürüldü. 12 Şubat 1949′da da el-Benna hükümet ajanları tarafından şehid edildi. (44) Şehadeti sırasında, kurduğu örgüt yarım milyon aktif üye, yarım milyon da sempatizana sahipti. (45)

IV. Düşüncesi

a) Dini Düşüncesi

“Geçirdikleri siyasal dönemler, kendilerini etkileyen sosyal etkenler, batı uygarlığının etkisi, Avrupa’ya özenti ve materyalist düşünüşün bir sonucu olarak mensubu olduğum toplumun dinlerinin amaçlarından, kitaplarının hedeflerinden uzaklaştıklarına, artık bu doğru dinin -haksız ve bilgisizce- itham edildiği şeylerle katıp karıştırıldığına, parlak ve apaydınlık gerçeğinin örtüldüğüne, avamın bilgisizliğin karanlıklarında, gençlerin ise şaşkınlık ve kuşku vadilerinde kaybolduklarına, bununsa akideyi bozduğuna, imanın yerine inkarın yerleştiğine inanıyorum.” (46) diyen el-Benna, halkın dini düşüncesinin ıslahını gerekli görüyordu.

Kur’an ve sünnete dönüşü savunmuştur. (47) Kur’an, yüce semadan Hz. Muhammed (s)’in kalbine muska yapılmak, kabirlerde, matemlerde okunmak, sözlerini ezberleyip hükümlerini terk etmek için inmemiştir. Allah Kur’an’ın hükümleriyle hükmetmeyen her milleti fasıklık ile vasıflandırmaktadır. (48)

Kur’an-ı Kerim, Arap dili kaideleriyle zahmetsiz-külfetsiz anlaşılır diyen el-Benna, hadis konusunda metin tenkidi yerine senet tenkidini önceleyen usul kitaplarından farklı bir şey söylememiştir. (49)

Kur’an’ı bir rehber, öğretmen, arkadaş olarak algılamak gerektiğini söyleyen el-Benna, Hz. Ömer’in her şeyden önce Allah’ın kitabını, helal ve haramı anlasınlar diye sahabenin hadis rivayetini yasakladığını ifade eder. (50)

Hatadan masum olan Rasul’dan başka herkesin sözü alınabilir de, atılabilir de. Seleften nakledilen, Kitap ve sünnete uygunsa kabul edilir uygun değilse Allah’ın kitabı ve Rasulun sünneti uyulmaya daha layıktır. (51)

Akideyi kalbin tasdik etiği, ruhun tatmin olduğu, insanın hiç bir şek ve şüphe olmadan kesinlikle kabul ettiği husus olarak tanımlayan el-Benna itikat konusunda bireyin inceleyip, düşünerek kendini taklitten kurtarmasını, itikadi meseleleri anlamak için aklını kullanmasını salık verir. (52) Amelin esasını inanç teşkil eder. Amel iki çeşittir: Kalp ile yapılan, diğer azalarla yapılan. Kalbi olanı ikincisinden daha önemlidir. (53)

Fer’i hükümlerin delillerini bilme derecesine varamayan her müslümanın bir mezhep imamına uymasını gerekli gören el-Benna bununla beraber bireyin gücü yettiği kadar tabi olduğu imamın delillerini öğrenmeye çalışmasını tavsiye eder. (54)

İslam insanlara yüce bir fikir, hedefleri belirten bir nizam olarak gelmiştir. Ana kuralları koyar, genel meseleleri ele alır. Meselelerin ayrıntılarını ise zaman ve mekana bırakır. Zamanın değişmesiyle hükümler de değişir. İmam Şafii örneğinde olduğu gibi hükümler mekana göre de değişebilir. Hz. Ömer’in kıtlık yılında hırsızın elini kesmemesi de hükümlerin şartlara göre değişkenliğini gösterir diyen el-Benna içtihad kapısını kapatmaz. (55)

Hurafe ve batıl inançlarla savaşmış, nazar boncuğu takmak, muskacılık, falcılık, müneccimlik, kahinlik, gaybı bildiğini iddia etmek vb. bütün bunların İslam’da olmadığını belirtmiştir. Bu çerçeve içersinde şifa ifadesinin yer aldığı ayete muskayı tecviz etmesini (56) oturtması garipsenmesi gereken bir durumdur. Kerameti dini esaslara uygun olma kaydıyla kabul etmektedir. Ancak evliyalar yaşarken ve öldükten sonra kendileri için bir fayda veya zarar temin edemezler. Kendilerine fayda ve zarar sağlayamayanlar başkalarına hiç sağlayamazlar. (57)

Dinen emredildiği şekilde kabirleri ziyaret etmek sünnettir. Fakat mezarda yatandan yardım istemek, yardım için onları çağırmak, onlara adakta bulunmak, kabir inşa etmek, Allah’tan başkasına yemin etmek vb. büyük günahlardandır. Allah’a dua ederken başka birini vesile edinmek ihtilaflı fer’i meselelerdendir. İtikadi bir mesele değildir. (58)

El-Benna, 14?17 yaşları arasını tasavvufa daldığım yıllar diye anmıştı. Darul-Ulum yılları bazen, Şeyh ed-Decevi’nin evinde, bazen el-Mektebetü’s-Selefiye’de bazen de el-Menar ile Reşid Rıza’nın yanında geçen bir karma idi. Daha sonra tasavvufu şöyle değerlendirmektedir: İslam ülkesinin sınırları genişleyip insanlar rahata kavuşunca lüks ve israf da aldı başını yürüdü. Bu dönemde salih, takva sahibi kişiler arasından bazı davetçiler çıkarak insanları lüksten kaçınmaya çağırıp, Ahiret gününü hatırlatmaya çalıştılar. Ruhları Allah’a itaat ve takva esası üzerine eğitmeye davet ettiler. Ancak tasavvuf hareketi bu sınırlar içinde kalmadı. İlk asırdan sonra zevk ve vecd duygularının tatmini, felsefe, mantık ve diğer geçmiş toplumların düşünce ve kültürleriyle karışma noktasına geldi. Böylece bu dine yabancı unsurlar girdi. (59) Ancak el-Benna, eğitim ve yaşayış ile ilgili olarak tasavvuf kurallarını uygulamanın ruhları ve kalpleri büyük ölçüde etkileyebilecek güçte olduğuna inancı (60)sebebiyle olsa gerek 5. Kongre’de Müslüman Kardeşler’in hakikatçı tasavvuf erbabı olduklarını, çünkü onların iffetliliği, temiz kalpliliği, lüzumsuz şeylerden yüz çevirmeyi, Allah için dostluğu hayrın esası saydıklarını belirtir. (61) Ancak Kur’an’ın ayetleri içerisinde kolayca bulunabilecek bu emirl

b) Siyasi Düşüncesi

El-Benna’nın siyasi düşüncesi 2 temelde odaklanır:

1- İslam vatanını her çeşit yabancı nüfuzdan kurtarıp tam hürriyetine kavuşturmak.

2- Hürriyetine kavuşmuş bu İslam ülkesinde İslam davasını insanlara tebliğ eden bir İslam devleti kurmak. (62)

İslam, bütün kuvvetiyle ‘sömürü’ denen uluslararası hırsızlığa karşı savaşır. İslam, müslümanların herhangi bir kimseye, bir gasıba, bir zalime boyun eğmelerine ve yumuşak davranmalarına asla müsaade etmez. Hürriyetlerini korumaları için cihadı farz kılmıştır. (63)

Rusya, Amerika, İngiltere gibi devletler aralarındaki sömürü yarışını gizlemek için BM teşkilatını kurdular. Güya insanlığın selameti için çalışıyorlar, halbuki bütün milli meselelerimizde aleyhimize birleştiler. (64)

Kur’an’ın hiç bir seçme hakkı bırakmadan müslümanlar için İslam nizamını seçtiğini belirten el-Benna, din devlet ayrımını savunanların İslam dinini kavrayamadıklarını söyler. Bu din, dünyevi meselelere ibadetle ilgili meselelerden daha fazla temas eder.

El-Benna İslam ülkeleri birliğini savunmuştur. Hilafet, İslam birliğinin sembolüdür. İslam’da birçok hükümler halife ile ilgilidir. Hilafetin ilgasından sonra müslümanların onu tekrar diriltmeye çalışmaları bir vecibedir. Hilafet aşamalı olarak gelecektir:

1- İslam milletleri arasında kültürel, sosyal, iktisadi işbirliği yapılmalı,

2- İslam Milletleri Birliği kurulmalıdır. (65)

Hasan el-Benna’nın siyasi düşüncesinde İslam devleti en ağırlıklı noktayı oluşturur. İslam hükümeti demek; onu oluşturan üyelerin müslüman olmaları, İslam’ın farzlarını yerine getirmeleri, açıkça günah işlememeleri, İslam’ın hükümlerini tatbik etmeleri demektir. (66)

İslam hükümetinin vazifelerinden bazıları; emniyeti sağlamak, ilahi kanunları uygulamak, eğitimi yaygınlaştırmak, ülkeyi savunacak kuvvet hazırlamak, umumun sıhhatini korumak, toplumun çıkarlarına dikkat etmek, milli geliri artırmak, İslam davasını yaymaktır. (67)

İslam hükümeti bütün vazifelerini yerine getirince ümmet üzerinde hakları vardır: Hükümeti sevmek, itaat etmek, can ve malla yardım, hatasında önce öğüt ve irşat, düzelmezse görevden uzaklaştırmak. Halika masiyette mahluka itaat yoktur. (68)

İslam iktidarının esasları:

1- İdarecinin sorumluluğu: İdareci hem Allah’a hem de millete karşı sorumludur. İdareci ile millet arasında kamu çıkarlarını korumaya dair bir sözleşme vardır.

2- İslam ümmetinin birliği: İslam ümmeti tek bir millettir. Çünkü kardeşlik birlik ve beraberlikle tamamlanır.

3- Millet iradesine hürmet: İdarecinin İslam ümmetiyle istişare etmesi, ümmetin iradesine saygı göstermesi, milletin iyi görüşlerini alıp kabullenmesi gerekir. (69)

El-Benna daha sonra İslam idari sistem esasları ile Batılı parlamenter sistem esaslarını kıyaslar. Parlamenter sistemin esasları şunlardır:

1- İdarecinin sorumluluğu.

2- Halkın iktidarı.

3- Halk iradesine saygı.

İdarecinin sorumluluğu esasında İslam ve parlamenter sistem çelişmeyebilir. Farklılık olarak İslam ümmetinin birliği esasına gelince, İslam bunu farz kılmış (Hucurat, 10) bölünme ve parçalanmayı imansızlığın bir gereği görmüştür. Bu sebepten ötürü el-Benna particiliğe karşı çıkar. Ona göre Mısır’da partizanlık milleti çökertmiştir. Bütün partiler kapatılmalı, yerine birlik ve beraberliği sağlayan tek bir parti kurulmalıdır. Bununla beraber parlamenter sistem milletin birliğine karşı değildir. Her ne kadar birden fazla parti varsa da önemli milli sorunlar da ortaklaşa hareket edebilmektedirler. O halde bu esasta da İslam ve parlamenter sistem arasında bir zıtlık yoktur. (70)

Millet iradesine saygıya gelince; İslam her basit meselede bütün müslümanların görüşünün alınmasını şart kılmıştır. Normal durumlarda “Ehlü’l-Hall ve’l-Akd”ın görüşünün alınmasını yeterli görmüştür. Ehlü’l-Hall ve’l-Akd’ın şu üç gruptan biri olmaları gerekir:

a- Müçtehid alimler – fukaha.

b- Memleket meselelerinde bilgili ve tecrübeli olanlar.

c- İnsanlar arasında idarecilik vasfı bulunanlar, kabile başkanları, cemiyet başkanları gibi.

İslam, Ehlül-Hall ve’l-Akd’i seçmeye elverişli olduğu sürece parlamenter sistemi reddetmez. (71)

El-Benna, mücadelesinin amacını şöyle özetler:

1- Her şeyiyle İslam’ı yaşayan bir fert.

2- Her şeyiyle İslam’ı yaşayan bir aile.

3- Her şeyiyle İslam’ı yaşayan bir toplum.

4- Milleti İslam yoluna sevk eden mMüslüman bir düzen, güçlü bir iktidar.

5- Batılıların parçaladıkları İslam ülkesinin her parçasını bir araya getirip tek devlet yapmak.

6- İslam davasını bütün dünyaya duyurmak, azgın kişilere boyun eğdirmek. (72)

Siyasi güçle ilgili son üç amacı gerçekleştirmek için el-Benna’nın 1938′e kadarki ilk tavrı; kendi içinde değişimi gerçekleştiren kitlenin varlığı siyasi gücün de değişmesini sağlayacaktır şeklindeydi. Başka bir ifadeyle o hareketini, siyasi gücün değişmesini sağlayacak bir baskı grubu olarak görüyordu. Yaptığı açıklamalarda, ülkeyi tek başlarına yönetme arzusunda olmadıklarını, İslam nizamını uygulamaya hazır herhangi bir hükümeti destekleyeceklerini belirtmekteydi. Siyasilere mektuplar yazarak, İslami siyasetin benimsenmesi gerektiğini vurguluyordu. İslam davasına karşı gönlünü kazanmak için Kral Faruk’a nazik jestler yapmıştı. (73)

Ancak beşinci büyük kongreden sonra bir tavır değişikliği gözlenmektedir. 1938′de çıkartılan en-Nezir’in başyazısında el-Benna bunu şöyle belirtmektedir: “Yalnızca sözlü davetten sözle birlikte mücadelenin de yer aldığı davete geçecek, davetimizi siyasi liderlere, yöneticilere de yöneltip onları programımıza çağıracağız. Zaman bu gibi şeylerin kendiliğinden olmasını bekleyecek kadar geniş değildir. Şayet çağrımızı kabul ederlerse kendilerine destek oluruz. Şayet yan çizerlerse, İslam yönetiminin tekrar gelmesi için çalışmazlarsa, biz onlarla uzlaşma kabul etmez bir savaş içerisindeyiz.”(74)

Yalnız İslam nizamını uygulamayı kabul edecek hükümetin destekleneceği fikri değişmeden kalmıştır. El-Benna’nın bu yaklaşımı bizce İslami hareketi ileri merhalelerinde saptırabilecek İslamizasyon politikalarına açık kapı bırakması açısından eleştiriyi hak etmektedir.

El-Benna, başka hiç bir şey fayda vermediğinde, sağlam iman ve birliği gerçekleştirdikten sonra kuvvet kullanarak iktidarı ele geçirme yolunun denenmesini savunur. (75) Ona göre yürürlükte olan kanunların İslam’a zıt olduğu durumlarda ıslahatçıların iktidarı ele geçirmek için çalışmamaları bir cinayettir ve bu cinayeti ancak ayaklanmak, İslam hükümlerine iman etmeyenlerin elinden iktidarı almak affettirir. Fakat bundan önce İslam düşüncesinin yayılıp insanların akıllarına hakim olması gerekir. (76)

Buna rağmen el-Benna hiç bir zaman inkılap fikrini benimsemez. (77) İçten ve dıştan düşmanların fırsat kolladığı bir ülke olan Mısır gibi bir yerde kopacak inkılap bir felaket getirir. (78) El-Benna, başka çare kalmadığında kullanılacak güçle kendilerine göre kabul edilmesi mümkün olmayan devrim arasındaki farkı açıklamamıştır. (79) Süveyş’teki İngiliz işgali ve Filistin’deki siyonizme karşı kurulduğu iddia edilen özel milis güçleri, bunların polis ve ordudan üyelerinin bulunması ve sonraları mevcut rejimi yıkmak için askeri bir teşkilat kurma şeklinde dışarıdan gelen bir teklife el-Benna’nın biraz araştırma yaptıktan sonra güçlerini birleştirip beraber çalışabileceklerini söylemesi, 1948′de Yemen’de İmam Yahya’ya karşı yapılan darbeyi İslami bir devlet kurulur ümidiyle desteklemesi, onun halk desteğiyle birlikte”

Mesaj Gönder

Sorularla ilgili itirazlarınızı formun açıklama kısmına yazarak bize iletebilirsiniz.

Daha Fazla İçerik