Ciddiyet; kararlılığı, disiplini, ağırbaşlılığı ve samimi çalışmayı ifade eden anlamlar içermektedir. ‹İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi hâlikı kâinatı/yaratıcıyı tanımak, ona iman edip ibadet etmektir.’ (Said Nursi, Sözler) Ciddiyet; şeytanın, nefsin ve şerrin tazyikinden kurtularak Rahman’ın rızası doğrultusunda kararlı bir hayat yaşamaktır. Nihayetinde göreceğimiz şey, ya izzetle ebedi bir cennet ya da zilletle cehennem olacaktır. Bundan dolayı tertemiz dinimiz, bize yeryüzünü inşa etmemizi, ümmeti adalet ve hakikat üzerine eğitmemizi ve ümmeti uyanık tutarak, insanlara karşı davet sorumluluğumuzu ihmal etmememizi emreder. Saydığımız bu sorumluluklarımızı da ancak olumlu ve yapıcı bir ciddiyet özelliğine sahip olduğumuz zaman yapabiliriz. Kişi/ler ciddiyet duygusuyla ilerler ve güçlenirler. Sorunların üzerine ciddiyetle gidenler bu sorunları çözebilirler. Kendilerini inandıkları davanın gereğini yapmaya adayanlar ancak davalarını öne çıkarabilirler. Hicri 686 yılında, Sasani/Fars İmparatorluğu üzerine yapılan Kadisiye seferinde; Abdullah bin Mektum (r.a) ordu komutanı Sa’d bin Ebi Vakkas’a (r.a) gelerek ordunun sancağını taşımak istediğini söyledi. Abdullah bin Mektum (r.a) âmâ/kör bir sahabi idi. Sa’d bin Ebi Vakkas (r.a) kör olmasından dolayı kendisine cihadın farz olmadığını ve sancağı kendisine ver(e)meyeceğini ifade etti. Bunun üzerine Abdullah bin Mektum (r.a) “Ey Sa’d! Gözü gören bir kişi, düşmanı görünce korkup kaçabilir. Ben ise hiç bir şey görmüyorum ve bundan dolayı yerimde kalır, çekil(e)mem/kaç(a)mam” dedi. Hz. Abdullah’ın ısrarı üzerine Sa’d (r.a) sancağı ona verdi. Savaştan sonra Abdullah’ı, elinde sancağı sımsıkı tutmuş bir şekilde şehitler arasında buldular. “Dava, kendisine sadakatle inanıldığı ve gereği ciddiyetle yerine getirildiği zaman zafere ulaşabilir.” (Hasan El-Benna, Risaleler)
Ciddiyet, kişinin sahip olması gereken ve kişiyi zirvelere taşıyan en önemli özelliklerin başında gelir. Eskimeyen hikmetlerden biri de; “ciddiyetsiz hükümdar ciddiyetli uşaktan çekinir» ifadesi; ciddiyeti takınan bir ferdin ağırlığını, vakarını, toplum içerisindeki doldurulamaz yerini göstermesi açısından önemlidir. Biz Müslümanların hayatını bitiren, gelişmiş milletlerin taklitçiliğine götüren musibetlerden biri; belki en acılı olanı, meselelerimizi ciddiyetle ele alıp takip etmememizdir. İlgilendiğimiz konuların bir çoğu ne yazık ki zayıf bir ipe bağlı gibidir.
Japonlar ülkelerinde taş üstüne taş bırakmayan savaşların enkazından ciddi bir toplum özelliği ile hareket ederek kalktılar. Bu kalkınmanın ana formülü “ciddiyetle geleceğimizi inşa edeceğiz” idi. Almanlar, 2. dünya savaşında uyguladıkları ciddi sanayi hamleleriyle günümüz seviyesine gelebildiler. Siyonistler, plan ve hedeflerine ciddiyetle bağlanmalarından dolayı rahatlıkla dünyayı ayağa kaldırabilmektedirler. İslam düşmanları ciddi planlar yapmakta ve acımasız bir şekilde planlarını geciktirmeden uygulamaktadırlar. Bu saldırı ve savaşların muhatabı olan bizler, düşmanın aşkını yüreğimizden hala sökememiş, maddi ve manevi bir ambargo uygulayamamış, topyekûn bir hazırlık yap(a)mamış bir durumdayız. Canlarını, mukaddesat ve namuslarını koruması gereken Müslümanlar; ne yazık ki gerektiği kadar ciddi değildirler. “(Allah’ın koyduğu yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin ve müşrikler nasıl sizinle topyekûn savaşıyorlarsa siz de onlara karşı topyekûn savaşın ve bilin ki Allah (kötülükten) sakınanlarla/müttakilerle beraberdir.” (Tevbe, 36) Topyekûn; bir ciddiyetin, planın ve kararlılığın sonucu oluşan bir şeydir. Acımız ciddi, dertlerimiz ciddi, yaşadığımız yıkımlar ciddi, sorunlarımız çok ciddidir. Buna karşılık bizim; ne barışımız ne savaşımız ne de planlarımız ciddidir. Kararlarımız ciddi değil, birçok işimizde ilgi ve alakamız ise yüzeysel ve ciddiyetten uzaktır. “Ey Yahya Kitabı sımsıkı/ciddiyetle tut” (Meryem, 12) Kitabı, davayı, mücadeleyi, ilgiyi… işin bir kenarından, parmaklarının ucuyla değil, tutuyormuş gibi değil, varmış gibi değil, sorumluymuş gibi değil… Davanın bilinç ve ciddiyetiyle sımsıkı, dört elle, bütün gücünle asılarak tut/ilgilenen/neticelendirmeye çalış. Cafer bin Ebi Talip’in Mute savaşında yaptığı gibi; sancağı, sağ eli kesilince, sol eline, o da kesilince gövdesiyle tutmayı öğrenmedikçe, yaptıklarımız dalgalara yazılan yazılardan öteye geçmeyecektir. Efendimize (s.a.s.) Müzzemmil suresinin ilk ayetleri olan “Ey örtüsüne bürünen (Peygamber) Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl. (Gecenin) yarısını, (kıl) yahut bunu biraz azalt, ya da çoğalt ve Kur’an’ı tane tane oku. Doğrusu biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz. “ ayetleri indirilince; ibadete aşırı yönelmesini gören Hatice annemiz, efendimize biraz uyumasını/dinlenmesini söyler. Efendimizin “Ey Hatice! Uyku zamanı artık geride kaldı” ifadesi, bir davanın ciddiyet ve samimiyetine dair, efendimizin şahsında müşahhaslaşan en nurani örneğini gösterir. “Andolsun, Allah’ın Resul’ünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)
Mescid-i Aksa’yı fethedemediği için gülmeyi kendine yakıştırmayan Selahaddin’in ciddiyetinden bizim çok şey almamız gerekir. Bir gün kendisine neden gülmediği ya da şakalaşmadığı soruldu. O da: “Mescidi Aksa Haçlıların elinde esir olduğu müddetçe Allah’tan utanıyorum” dedi. Münafıkların namaza karşı gevşeklik ve tembellikleri ve Allah’ın ayetleri okunduğu zaman alaya almaları ve kulak ardı etmelerine baktığımız zaman, münafıkların en belirgin vasıflarından birinin de ciddiyetsizlikleri olduğu anlaşılacaktır.
Ciddi misiniz? / Ciddi miyiz?
“Andolsun biz, daha önce de Âdem’e ahit (emir ve vahiy) vermiştik. Ne var ki o, (ahdi) unuttu. Onda azim de bulmadık.” (Taha, 115) ayetinde acaba müminler, babaları olan Âdem (aleyhisselamı) cennetten çıkaran durumun; kararlılık ve ciddiyetle ilgili bir imtihan olduğunu anlayabildiler mi?
“Sizler insanlık için ortaya çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz” (Ali İmran, 110) hitabına mazhar olan bu ümmet; ciddi işlerin mimarı olacak halifeler olduğunun farkında mı?
Kendisine “Oku! Rabbinin adıyla oku” (Alak, 1-2) emri verilmiş bu ümmetin evlatları ciddi midir? Okumayı sadece iş elde etmek, hayatlarını garantiye almak ve rahat bir hayat yaşamak olarak anlayan bir millet ciddi olabilir mi? Ümmet için okumaya, araştırmaya, akademik çalışmaya devam etmeli ve “kendimi değil ümmetimi düşünmeliyim” diyebilen ciddi gençler inşa etmeliyiz.
Seherde, seferde, zafer ve idarede; her daim secde de olması gereken ve manevi olarak cihada hazırlanmaları farz olan müminler olarak bizler, bugün ciddi miyiz? Acaba Yahudilerle ciddiyet konusunda yarışabilir miyiz?
Evlatlarına Allah’ı, Kur’an’ı, Resulullah ahlakını anlatamayan ve onların sevgisini aşılayıp öğretemeyen bu ümmetin anne ve babaları ne kadar ciddidir? Örneğin; para kazanma sevgisi ya da çocuklarının iyi bir iş elde etme hasreti kadar bir hasret ve ciddiyetle bu görevlerimizi yapabiliyor muyuz?
Tek tek, fert fert insan kazanmaları, örnek olmaları, kuşatıcı, kapsayıcı ve yaptıkları davetin karşılığını Allah’tan beklemesi gereken âlimler, davetçiler, hatipler, vaizler, hocalar, müezzinler; ne kadar ciddidir. Ne kadar koordineli ve planlıdırlar. Binlerce İmam hatip, ilahiyat, medrese, ilim merkezleri, diyanet ve ihtisas merkezlerinden yetişmiş insanımız nerededir ve onlar ne kadar ciddi işler yapmaktadırlar? Örneğin, saydığımız bu kesimler, Orta Asya’ya İslam’ı götüren sıradan tüccarlar kadar olabilmişler mi? Hasan El-Benna gibi köy köy dolaşabilmişler mi? Libya Kartalı Ömer Muhtar gibi İtalyan zulmü gibi bir zulme baş kaldırabilmişler mi? Ya da bir Hindu olan Gandi gibi bütün dünyaya karşı bir direnç gösterebilmişler mi?
Ciddiyet, laubaliliği ve laubalileri kendisinden uzaklaştıran bir özelliktir. Ciddiyet, kişiliği oluş- turan ve koruyan en önemli silahtır. Ciddiler toplumda yalnız kalsalar da, sevilmeseler de; yine de bu toplumu ıslah edecekler ciddi adamlardır. Ciddiyet, yüz ekşitme, somurtma, insanlardan uzaklaşma değildir. Ciddiyet, ısrarla sabırdır. “İnsanların içerisine karışıp ve onlardan gelen eziyetlere sabreden mümin, insanlardan uzaklaşan ve onlardan gelen eziyetlere sabretmeyen müminden daha hayırlıdır.” (Hadis-i Şerif)
Ciddiyet, değer verdiğimiz meselelerde disiplinli olma halidir. Disiplin içerisinde olduğumuz müddetçe; ciddiyeti sağlar ve faydalı neticeler alırız. Bir kelamı kibarda “kim rahatı talep ediyorsa, rahatı terk etmesi gerekir” yaklaşımı her zamankinden daha fazla benliğimize oturması gereken altın sözlerden bir söz değil midir? Ciddiyetsiz tavır ve yaklaşımlar, gayretleri öldürür, davetin meyvelerini yok eder ve düşmanlara mevzi kazandırır.
Nice büyük hedeflerimiz, projelerimiz ve yapmamız gereken hayati işler var. Ciddiyetle yürümenin neticesinde ulaşacağımız değerler ve güzellikler, ne yazık ki ciddiyetsiz tavırların kahrından heba olmaktadır. Zamanla bu değerler tekrar elde edilememekte, ters istikametlere göç etmektedir.
Ciddi bir şahıs, Allah’la olan iletişiminden bellidir. Sürekli onu anar/zikreder. Kuran’daki emirlere göre yaşamaya çalışır, kitabî olur. Ciddiyeti zayıf kişi, işine geldikçe ibadet (!) yapar ve yavaş yavaş kendini yok eder. Belli bir dönem ibadeti anlık bir heyecan ile yapar, işi bitince şeytan onu yine gaflete düşürür. «Ey İman edenler Allah›a nasuh/bir tövbe ile tövbe edin” ayetindeki ‘nasuh’ kelimesi; adamakıllı, ciddi ve kararlı bir tövbedir. Bir daha hataya, günah ve yanlışa düşmemek için ciddi ve kararlı bir tövbe…
Ciddi kişi, ciddi okur! Ciddi düşünür, ciddi yaşar. Ne için yaşadığının ve ne için koşuşturduğunun farkında olmayanlar laubalilikle kendilerini ve etraflarındaki insanları zehirlerler. İncil’de “Allah’a ibadetini tembellik ve yılgınlıkla yapanlar lanetlidirler” denmiştir.
İlim talebeleri ciddiyetle ilmin üzerine gitmeli, bugünün işini yarına bırakmamalıdırlar. Ebu Hanife›nin en gözde talebesi olan İmam Yusuf, otuz yıl Ebu Hanife’nin derslerine katılmış, derslerini hiç bir gün ihmal etmemiştir. Hatta çocuğu vefat ettiği zaman önemli bir dersten geri kalmamak adına, defin ve teçhiz işlemlerini yapması için yakın bir akrabasını vekil bırakmıştır. İbni Rüşd, hayatında sadece iki gece ilimle/okumakla uğraşamadığını söyler. “Evlendiği gece ile babasının vefat ettiği gece..!”
Biz ciddi bir ümmetiz! Boşuna konuşmaz, anlamsız konulara girmeyiz. Dünya ve ahiretimize faydası olmayacak konulara girmeyi zül kabul ederiz. Ya hayır konuşur ya da susarız… Bir avucuna güneş, diğer avucuna ay bırakılsa dahi davasından/ciddiyetinden vazgeçmeyen Muhammed’in (sallalahu aleyhi vesellem) ümmetiyiz. “Bizler; kulları, kulların kulluğundan Allah’ın kulluğuna götürmeyi hedefleyen bir ümmetiz. İnsanları tahrif edilmiş dinlerin zulmünden İslam’ın adaletine taşımayı amaç edinmiş bir ümmetin devamıyız. Ciddiler bir araya gelmeli, ciddi işler üzerinde çalışmalı ve işler ciddiyetle yürütülmelidir. Verilen sözler ve yapılması kararlaştırılan işler “yapalım da artık kurtulalım” gibi bir duruma getirilmeden yapılmalıdır. İşi planlamalı, ölçülerini belirlemeli, istişaresini iyi yapmalı, uygulamasını ciddiyetle takip etmeliyiz. Sonraya bırakma hastalığından ve ‘bugün değil yarın’ basitliğinden/tembelliğinden kurtulmalıyız. Hayat, meşru bir eğlenme, anlamlı şakalar ve güzel latifelerle canlanır. Ancak gereğinden fazla şaka ve eğlence, ağır bir sorumluluğu olan bu ümmete zarardır. ‘Gereğinden fazla şaka yapma! Mücahit ümmet ciddiyetten başka bir şey bilmez.’ (Hasan el-Benna, Tavsiyeler)
Unutmayalım, bu ümmetin başlangıcı hangi ruh ve mücadele ile düzeldiyse; bugünü de aynı hakikat ve ruhla düzelecektir. Adını tarihe yazdıran adamlar ciddi adamlardı. Peygamberimiz ciddi bir adamdı! Ciddi konuşur, ciddi ilgilenir, ciddi ibadet eder ve ciddi savaşırdı. Arkadaşlığı ciddi, sevgisi ciddi, tepkisi ciddi ve ölçülü idi. Biri onu terk etmedikçe; O, onu terk etmez, o kişi sözünü bitirmeden kendi sözünü söylemez, biri onun elini bırakmadıkça; O, o kişinin elini bırakmazdı…
Yüce Mevla ciddiyet konusunda birbirimize yardımcı olmayı nasip etsin.
Recep SONGÜL
Davet ve Kardeşlik Vakfı Yön. Kur. Başkanı