İslami düşünce sahibinin tarafgirliği hakka yöneliktir. Doğruluk/Sadakat/Hak neredeyse o da oradadır. Bu davranış onun imanının bir gereğidir. Mü’min, arzu ve hevesine göre değil, hakka göre konum belirler. Adalet anlayışı ise içine etki etmediği, kendisinin içinde bulunmadığı bir adalet anlayışıdır. Lehine ya da aleyhine de olsa sorumluluğu, adalet anlayışı ve meseleleri ele alış tarzı sürekli doğrunun ve hakkın yerini bulmasıdır. Bu anlamda Müslüman şahsiyetin siyaseti, hakkın ve adaletin tecelli etmesi, davet ve mesajının hiçbir engele takılmadan yerine ulaşmasıdır. Bu prensibin hayata geçirilmemesi demek, herkesi içerisine alacak bir tufan demektir. Rivayette Efendimizden (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle bahsedilir: “O, nefsi için hiçbir zaman kin tutmaz ve intikam almazdı. Bir hak ihlali dışında dünyalık bir şey için kızmazdı; hak yerini bulmadıkça da öfkesine hiçbir güç mâni olamazdı.”
“Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Nisa, 135)
Günümüz şartları içerisinde Müslümanın konumunu şeffaf bir şekilde belirleyemediği ve net bir tavır sergileyemediği alanlardan biri de siyaset ve partiler konusudur. Müslümanın siyaseti ve belli bir tarafa meyletmesi, bir siyasi parti gibi davranmak veya siyasi bir partiyi sınırsızca desteklemek ve bir diğerine karşı körü körüne çıkmak şeklinde olmamalıdır. Siyaset, ümmetin/milletin dertleriyle dertlenmek anlamındadır. İktidar gücüne ve milli bir iradeye sahip olmak, İslam’ın temel esaslarından biridir. Milletin bağımsızlığını ve özgürlüğünü gerçekleştirmek için yürütme organının ıslah edilmesi için çaba sarf etmek çok önemlidir. Bundan dolayı hikmet sahibi bir Müslüman, sü- rekli pusulayı hakka çevirmek ve her daim yelkeni İslam’ın rüzgarına doğru açmak için çaba göstermesi ve uğraşması gerekmektedir. “Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki, Allah muhsinlerle beraberdir.” (Ankebût, 69)
Müslüman bir şahsiyet için bir yerin desteklenmesi, hakka hizmet ve milletin menfaati açısından azami ortak müştereklerin varlığına bağlıdır. İktidar ve partilere karşı tavrı, onların doğruya ve başarıya ulaşmaları yönünde nasihatlerde bulunan bir nasihatçinin durumu şeklindedir. Müslümanın nihai hedefi, bir partinin veya belli bir iktidarın başarısı değil, Allah’ın nurunun sönmemesi, İslam’ın hakim olması, bütün insanların fıtratları- na uygun bir yönetimle/hilafetle yönetilmesidir. Varlığı, hareketi, desteği, siyaseti, çaba ve uğraşı böyle bir hedefi gerçekleştirmek için olmalıdır. Müslüman gündelik ve sınırlı belli bir şahsi menfaat için değil, davası için siyaset üretir. Bu hedef gerçekleşmediği müddetçe hiçbir sorun bitmeyecek, zulüm devam edecek, herkesin kendine göre bir hak ve hukuk anlayışı ortaya çıkacaktır. Müslümanın yaklaşımı, söz ve tavrı belli yerlerin söz ve yaklaşımlarına benziyor olsa da, onun duruşu asil ve zati olmalıdır. Doğruya yaklaşımı hakşinaslık şeklinde, yalana karşı duruşu fıtri olmalıdır. Müminin yaklaşımı; benim adamım, onun adamı, bunun tarafı şeklinde değildir. Hak ve hukuk, kişiye göre belirlenmez, haklılığa göre değer kazanır. İslam’a göre, “haklı güçlü” iken; maalesef materyalist dünyanın yaklaşımı ise “güçlü haklı” şeklindedir. “Vallahi Muhammed’in kızı Fatıma da hırsızlık yapsa onun da elini keserim!”
Körü körüne yapılan particiliğin etkisiyle hem yönetenlerin hem de yönetilenlerin içini düşmanlık ve kin ateşi bürümüş durumdadır. Siyasi fikir ayrılıklarının insanlar arasındaki sevgiyi yok etmeyeceği söylense de particilik hiçbir zaman bu şekilde anlaşılmadı ve böyle uygulanmadı. Bilakis, insanların hem şahsi hem de genel meselelerde aralarındaki bağları koparmasına varacak kadar ileri derecede bir düşmanlık ve kin sebebi olarak anlaşıldı. Bu kör partizanlık, karşıt görüşteki tarafın/partinin savunduğu doğruları yanlış, kendi taraf ve partisinin savunduğu yanlışları ise doğru olarak görmesine kadar vardı. Ülkenin geleceği ile ilgili en önemli meselelerde bile milli bir birlik sağlanamıyor. Köklü bir düşmanlığa dönüşen bu kindarlığın ve particilik anlayışının bazı neticeleri ise; muhalifini yok etmek/yıpratmak ve onların tuzaklarından korunmak şeklinde bir gerginlik atmosferi oluşturmaktadır. İktidara gelen partiler de bütün dikkat ve gayretlerini bu iki hususa odaklamakta, muhalefetteki partiler de bu hususta onlardan aşağı kalmamaktadırlar. Böylesi bir gerginlik ortamında ise, dostlar ağlamakta, düş- manlar ise sevinmektedirler.
İslam ve siyaset hakkında konuşan herkesin bu iki kavramı birbirinden ayırdığını, birbiriyle ilgisi olmayan şeyler olarak değerlendirdiğini görü- yoruz. Halkın nazarında bu iki şey adeta hiç yan yana gel(e)meyecek, birleş(e)meyecek şeylermiş gibi görünmektedir. Hatta bir çok hareket ve olu- şum kendini siyasetten beri görür ve siyasetten Allah’a sığınır. Birçok kişi belli insanların siyasi emelleri vardır diye onları eleştirir! Bu kafa karı- şıklığının sebebi; siyaset ve particiliğin birbiriyle karıştırılan iki kavram olmasından dolayıdır. Ortak bazı noktaları olmakla birlikte particilik ve siyaset birbirinden çok farklı şeylerdir. Bir kişi, kelimenin tam anlamıyla siyasetçi olduğu halde hiçbir partiyle bağlantısı olmayabilir. Bir başkası ise partici olduğu halde siyasetten hiç anlamıyor olabilir. Kimi ise her iki özelliği de kendisinde bulundurabilir. Yani hem siyasetçi hem partici olabilir. Bizler “siyaset” kelimesini kullandığımızda, bununla mutlak anlamdaki siyaseti, yani particilikten bağımsız bir şekilde İslam ümmetinin dahili ve harici meseleleri hakkında iyice düşünmeyi, bunu dert edinmeyi kastediyoruz.
Müslümanları bir devlet hayalinden uzaklaştıranlar, siyasetin kötü ve ihtilafı körüklediği konusunda ikna edenler, Müslümanları devlet ve siyasetin silahlarıyla vurmaktadırlar. Din ve devletin birbirinden ayrı olması gerektiğini söyleyerek ‘laiklik’ putunu elimize sıkıştıranlar, acaba gerçek anlamda bir laikliği uygulayabilmişler midir? Onların anlayışında siyaset dine hizmet eder, bizde ise siyaset dini düşman görmektedir. Ne yazık ki böyle bir trajediyle Müslümanların ellerinde, kabuk mesabesinde işe yaramayan bir güç, hiçbir anlam ifade etmeyen şekil ve isimler kaldı. Gayrimüslimler, İslam’ın ayrı, sosyal hayatın ayrı şeyler olduğunu, İslam’ın ayrı ve kanunların ayrı şeyler olduğunu, iktisadi meselelerin İslam’la hiçbir ilgisinin olmadığını, İslâm’la kültürün farklı şeyler olduğunu ve İslam’ın siyasetten de uzak olması gerektiğini Müslümanlara kabul ettirdiler. Üstad Hasan el-Benna konuyla bu ilgili şöyle söylemektedir: “Eğer İslam siyaset değilse, sosyal hayat değilse, ekonomi değilse, kültür de değilse, peki, ya nedir o zaman İslâm? Şuursuz kalplerle eğilip kalkmalarımız mı? Ya da Râbiatü’l Adeviyye’nin “Tevbelerimiz bile tevbeye muhtaç!” sözündeki gibi bilinçsizce, dil ucuyla söyleyip durduğumuz, ağzımızda gevelediğimiz birtakım sözcükler midir İslâm? Kardeşlerim, Kur’an böyle bir din anlayışı için mi mükemmel, sapasağlam ve ayrıntılı bir hayat düzeni olarak indirildi? “Ayrıca bu Kitab’ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.” (Nahl, 89)
İslam düşmanları, işte böylesine basit ve anlamı son derece daraltılmış sınırlı bir İslam anlayışını Müslümanlara empoze etmek istemektedirler. Belli alanlarda göstermelik özgürlükler sunarken, diğer bir taraftan atom bombası etkisi yapacak stratejik hamleler yapmakta ve bizi söz söylememiz gereken sahalardan uzak tutmaktadırlar. Derin ve geniş sulara inmemize engel olmakta ve bizleri siyasetten uzak tutarak, particiliğin kindar ve ahlaksız alanına çekmektedirler. Müslümanın en büyük siyaseti; kardeşliktir, adalettir ve karşılıksız sevgidir. Bunun gerçekleşmesi için de fedakarlık, ciddiyet ve mertlik duygularının güçlü tutulması gerekmektedir. Gayrimüslimler menfaatleri gereği birleşip ittifaklar kurarken, neden Mü’minler ayrık ve dağınıktır? Hangi önemli düşünce ve yaklaşım Mü’minlerin birliğinden ve birbirlerini sevmelerinden önemli olabilir? Ülkelerimizdeki asıl düşmanlar ve piyonlara dikkat edilmeli, kurban ettiğimiz onca cana ve kaybettiğimiz değerlere acımalıyız. Aksi takdirde elimizde tuttuğumuz ve kendimizi oyaladığımız her ne ise, kendimizle beraber onları da kaybedeceğiz. “Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkarcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onları, rükû ve secde hâlinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir.” (Fetih, 29)
Recep SONGÜL
Davet ve Kardeşlik Vakfı Yön. Kur. Başk
Bu yazı Davet Mektebi Dergisinden Alınmıştır