Kanaat bitmeyen bir hazinedir! Kanaat duygusuna sahip bahtiyar dünyanın en zenginidir. Kanaat, elde olana razı olup, ihtiyaçları en asgari ölçüde karşılayarak mevcut imkânlarıyla yetinmektir. Kanaat ehli kimseler, başkalarının sahip olduğu nimetlere asla göz dikmezler. Hırs, tamahkarlık ve ebedi yaşayacakmış gibi hislere kapılmadan iman huzuru içerisinde hayatlarını sürdürmeye çalışırlar. Kanaat, Yüce Allah’ın insana bahşettiği başlı başına büyük bir nimettir. İslam dininde helal bir kazanca ulaşmak için meşru dairede kalmak şartıyla çalışmaya teşvik edilmekle birlikte, ele geçene razı olmak, başkalarına muhtaç olmamak için gayret etmek asıl istenen şeydir. Böyle bir huzura kavuşan kişi; gönül ve mide selametinin getirdiği daimi bir şükür halini de yakalamış olacaktır. Bu bakış açısına sahip ve her şeyi Rabbinin takdirine bağlayan mümin, kimsenin malında gözü olmaz, olabildiğince Allah’tan başka kimseden bir şey istemez ve kimseye el açmaz. Tam hürriyet ve şeref içerisinde hayatını yaşar. Bu şeref sayesinde insan, hem Allah’ın hem de kulların muhabbetini/sevgisini kazanır. Sehl b. Sa’d‘ın (radiyallahu anhu) rivayet ettiğine göre Resulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) bir kişi geldi ve: “Ya Resulullah! Yaptığım zaman hem Allah’ın hem de insanların beni seveceği bir iş söyle” dedi. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “Dünya ve dünyalıklara rağbet etme/göz dikme ki; Allah seni sevsin. İnsanların elinde olanlara göz dikme, insanlar da seni sevsin” buyurdu.
Kanaat sadece fakirlere has bir şey değildir. Belki bu konuyu en fazla hayatına yansıtması gerekenler zenginlerdir. Çünkü mal artıkça beraberinde mal sevgisi, hırs ve tamahkarlıkta artmaktadır. İnsan, hayatı boyunca kendisine yetecek bir malı elde etse bile, bununla yetinmeyerek daha fazlasını isteyebilir. Mal sevgisi, bir kulun en fazla imtihan edildiği sevgilerin başında gelmektedir. Her şeyde olduğu gibi; bu konuda da Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) çok önemli bir hatırlatma yapmaktadır: “İnsanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, bir vadi daha ister. Onun ağzını topraktan başka bir şey doldurmaz. Ancak Allah, tövbe edenlerin tövbesini kabul eder.” (Buhari, Rikak, 10) Bundan dolayıdır ki kişinin; körü körüne mal hırsına duçar olması, sahip olduğu zenginliğini gözüne az gösterir ve böylece o kişinin kendi malından hakkıyla istifade etmesine engel olur. Ebu Hüreyre’den (radiyallahu anhu) rivayet edildiğine göre Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur. “Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil, gönül zenginliğidir.” (Buhari, Rikak, 15; Müslim, Zekat, 130) Yaşadığımız dünya şartlarında bu duyguya ne kadar da ihtiyacımız vardır. Yeryüzündeki bütün savaşların, kavgaların ve sorunların temelinde, insanların gözlerinin bir türlü doymaması yatmaktadır. Dünyanın bir ucundan gelip diğer ucundaki insanları rahatsız etmek ve onları yerinden ve yurdundan etmenin nedenlerinden biri de; kanaat duygusunun zayıflığı olarak ifade edebiliriz. Kanaat duygusu aslında güçlü bir imanın da göstergesidir. Yeryüzünün, gökyüzünün, gece ve gündüzün Rabbi olan Yüce Allah’ın rahmet hazinlerine göz dikmek, ihtiyacımızı ve arzumuzu ona arz etmek bir şeref ve izzettir. Şükür ehli olmak ve şükrün lezzetini kalbinde hissetmek müminlerin kârıdır. Midesi için değil; imanı için yaşamak erdemini gösteren kişiler; şahsiyetini iman kalıbına yerleştirmiş aziz kişilerdir.
Mümin, yaşamak için yer ve içer, yemek ya da zevklenmek için yaşamaz. İnançsız insanlar böyle midir? İnançsız insanların hayvanlar gibi yiyip içmelerini ve azgın sürüler gibi sağa sola saldırmalarını müminler iyi bilirler. Bu durumu unutmaması gereken müminlerin, sakındırdıkları şeylerden de uzak durmaları gerekmektedir. “İnkâr edenler ise (dünyada) zevklenirler ve hayvanların yediği gibi yerler. Ateş onların varacakları yerdir. (Muhammed suresi, 12)
Başımızda dönen belaları sorgularken ihmal etmememiz gereken nedenlerden biri de kesinlikle kanaat duygusuyla ilgili olmalıdır. İmanını güçlendirmeyen müminin yaşayacağı trajedi çok korkunçtur. Tüketim kültürünün esiri olmuş çağımız insanları olarak kendimize baktığımız zaman, kimse hayatından memnun değil! Herkes daha fazlasına layık olduğunu iddia ediyor ve her şeyin en güzelini kendine ayırıyor. Daha fazla nimet, daha fazla şöhret, daha fazla şehvet ve ne yazık ki daha fazla dünyevi meselelerde hırçınca bir gayret..! İş öyle bir hal almış durumdadır ki; insanların saadetgahları/evleri tehlike altındadır. İnsanlar hayat arkadaşlarına kanaat etmiyor, yediğine kanaat etmiyor, giydiklerine kanaat etmiyor, bindiği araca kanaat etmiyor. Eşine, işine, aşına, arabasına, çevresine, arkadaşlarına ve hatta belki davasına yan gözle bakabiliyor. Daha iyisine iç geçirerek onları temenni ediyor! Sınıf atlamaya, adımlarını sıklaştırmaya, nefesini tüketmeye daha fazla gayret ederek hırçınlaşıyor ve bunun farkında olmadan yıllarını geçirebiliyor. Yüce Allah Kehf suresinde şöyle buyuruyor: “Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; kalıcı olan iyi işler ise, Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır.” (Kehf suresi, 46)
Kanaat duygusunu güçlendirmek, yaşadığımız dünya hayatımız açısından da ahiret hayatımızın neticesi açısından da çok önemli bir yere sahiptir. Bundan dolayı kanaat duygusunu güçlendirmek muhakkak gereklidir. Kişinin kanaat duygusunu güçlendirmesi ancak; nasibine razı olması, çalışmasının karşılığını Allah’ın vereceğine tam ve kamil bir şekilde iman etmesi, hayatın bir imtihan olduğunu unutmaması, kişiye ancak çalıştığının karşılığının verileceği, verilen maddi ve manevi sonucun Yüce Yaratıcımızın takdiriyle olduğunu bilmesiyle gerçekleşir. Efendimiz buyurdu ki: “Hayat şartları sizinkinden daha iyi olanlara değil, sizden daha aşağıda olanlara bakınız. Zira, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hor görmemeniz için, bu daha uygun bir davranıştır.” (Müslim, Zühd, 1)
Kanaat duygusunu güçlendirmek için ilim tahsili ve nefsin kemali yönünde gösterilecek ibadetler ve taatler çok önemlidir. Ölümün tefekkür edilmesi, asıl zenginliğin iman ve maneviyat zenginliği olduğunu iyice tefekkür ederek idrak etmek, kanaat duygumuzun gelişimi açısından çok önemlidir. Kişi şuna karar vermelidir; Geçici dünya menfaatleri ve dünya zenginliği mi, yoksa iman zenginliği ve gönül zenginliği mi? Kişinin yaşamak isteyeceği hayat bunu belirleyecektir. Bunu söylerken mümin şahsiyetin dünyayı tamamen devre dışı bırakacağı anlamı çıkmamalıdır. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Her kimin arzusu ahiret olursa, Allah onun zenginliğini kalbine koyar. İşlerini dağınık olmaktan kurtarır ve dünya ona boyun eğer. Her kimin arzusu da dünya olursa Allah o kimsenin fakirliğini iki gözü arasına getirir. İşlerini dağınık kılar, dünyada da ancak kendisine takdir edilen şeye sahip olur.” (Tirmizi, Kıyame, 30; İbni Mace, Zühd, 2)
Son olarak bizi iliklerimize kadar sarsacak bir hadisi beraberce hatırlayalım ki; bizi asıl görevimize kilitleyecek ve iman sorumluluğumuzu hatırlatacak bu hadisi şerif, okuduğumuz birçok ayetinde tefsiri mahiyetindedir. Ebu Hureyre’den (radiyallahu anhu) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur.“Allah Teala buyuruyor ki: Ey İnsanoğlu kendini benim için ibadete ver ki ihtiyacını giderip gönlünü zenginlikle doldurayım. Eğer bundan yüz çevirirsen meşguliyetini artırır, ihtiyacını da gidermem.” (Tirmizi, Kıyame, 30; İbn-i Mace, Zühd, 3)
Ramazan iklimine yaklaştığımız bu mübarek günlerde, kanaat duygusunun güçlendirilmesi için aradığımız fırsatlar kapımıza gelmiştir. Ramazan atmosferi, bize azla yetinmeyi, dünyevi ihtiraslardan sıyrılmayı, ibadete odaklanmayı ve ahiret yurdunu hatırlamayı hedeflemektedir. Her ne kadar senedi zayıf bir hadis olsa da, “Allah’ım! Recep ve Şaban ayını bize bereketli kıl ve bizi Ramazan ayına kavuştur.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, 1/259) duası bize; Ramazan hazırlığının geri planda güçlü tutulması ve ciddiyetle üzerinde durulmasını hatırlatıyor. Bu mübarek aylarda okunacak Kur’an, tutulacak oruç, gece kalkılacak teheccüt, yapılacak zikir ve istiğfarlar, bizi maddi ve manevi olarak temizleyecek ve fabrika ayarlarımız olan kulluğumuza sıfırlayacaktır. Fabrika ayarlarımızdan biride hiç şüphesiz kanaat duygusudur. Kanaat, insanın nitelikli bir hayat sürmesini sağlayan gönül zenginliğidir. Kanaatsizlik ise maddi bakımdan sürekli tatmin ve doyum arayanların doyuma ulaşma mücadelesidir. Ancak her bir doyumun insanda yeni bir doyumsuzluk meydana getirdiği bilinmelidir. Efendimiz ve ashabı nice yokluk ve sıkıntılara katlanmış ve açlıktan karınlarına taş bağlayacak duruma gelmişlerdi. Aylarca evlerinde yemek pişirmek için ateş yakılmamış ve buğday ekmeğine doymadan bu dünyadan göçüp gitmişlerdir. Oysa onların devri, yaşadıkları duygu zenginliği sayesinde saadet asrı olarak tarihe geçmiştir. Yüce Allah, Medine Ensar’ının şahsında müminleri şöyle tarif etmektedir: “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları/kardeşlerini kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr suresi, 9)
Recep SONGÜL
Davet ve Kardeşlik Vakfı Yön. Kur. Başk