İlim Ahlak Hareket

Ara
Close this search box.

İhvan-ı Müslimin’in Tarihi-İhvan Tarihi

  “İhvan-ı Müslimin Mısır’da bir dernek, vakıf ya da bir fikir kulübü değildir; Mısır halkının arasında güçlü ve yaygın toplumsal desteği bulunan, ayrıca, meslek kuruluşları, barolar, öğrenci birlikleri ve sendikalar gibi sivil toplum örgütlenmelerinde belirleyici bir güce sahip toplumsal ve politik bir harekettir.”

Yakın zamanda demokrasinin en büyük kırılmalarını Cezayir ve Gazze’den sonra bugün de Mısır’da görmeye başladık. Daha önce sandığa gitmedikleri, demokrasiyi benimsedikleri düşüncesinden hareketle sürekli olarak dışlananlar ,dindarlar sandığa gittikten sonra iktidara yürüyünce tekrar dışlamaya başladılar.

Batının bugüne kadar İslamcılığı demokrasi ile sınaması onlara çifte standart uygulaması, onlar adına işbirlikçi dikta yönetimleri ile onlar adına karar verme sürecinde bulunması ve ötekileştirerek sandıktan uzak tutması tutmadı. Dindarlar kurulan sandık meydanlarında birinci parti çıktılar ama halkın iradesini adres gösterenler halkın iradesini tanımama noktasında her türlü pervasızlığı ve argümanları ileri sürmekten çekinmediler. Bu bakımdan bugün demokrasi İslamcılık ile sınanıyor, demokrasinin kıyameti İslamcılıkla kopuyor. Kısaca İslamcılar demokrasi ile sınandıkları evreyi geçtiler ve ileri demokrasi dediğimiz meselede demokrasinin İslamcılıkla sınavını verip veremeyeceği başladı.

Bu bakımdan Mısır’da gerçekleşen askeri darbe aslında İhvan üzerinden rol modelliğine, demokrasiye ve sistemin geleceğine yapılmış bir darbenin ötesinde İslamcıların yeniden dizaynına yapılmış bir harekettir. Kabul edelim veya etmeyelim bugün Mısır’da bir geçiş dönemi yaşanıyor ve bu geçiş döneminde herkes bir şeyler öğreniyor. Bu geçiş döneminde cuntanın, Amerika ve İsrail”in hesapları olduğu gibi, Mısır halkının, özelde de İhvan-ı Müslimin”in ((Müslüman Kardeşler veya kısaca İhvan) bir hesabı vardır ve bu hesap 85 yıldır direnene direne bugüne gelerek olgunlaşmıştır. Bu tarihsel gerçeklilik içerisinde İhvan-ı Müslimin”in ne temel ilke ve hedeflerinden uzaklaştığı ne de Mübarek sonrası askeri yönetim statükosuna boyun eğdiği ve teslim olduğu asla düşünmemelidir. Bugün de İhvan’ın askeri cunta yönetimine teslim olacağını ileri sürenler aslında İhvan’ın geleneğini, mücadelesini ve hedeflerini görememektedirler.İhvan mensuplarını hala köylü bir hareket gibi görenlerin İhvan’ın bu anlamda doktor, mühendis, öğretmen gibi kişilerin birlikteliğiyle ve kadın hareketinin en güçlü haliyle meydanlarda yer aldığını görmesi gerekiyor

“İhvan-ı Müslimin Mısır”da bir dernek veya vakıf, ya da bir fikir kulübü değildir; Mısır halkının arasında güçlü ve yaygın toplumsal desteği bulunan, ayrıca, meslek kuruluşları, barolar, öğrenci birlikleri ve sendikalar gibi sivil toplum örgütlenmelerinde belirleyici bir güce sahip toplumsal ve politik bir harekettir.” Bu bakımdan İhvan, Mısır ölçeğinde haps olunana veya hapsedilecek bir hareketin ötesinde dünyanın bir çok yöresindeki hareketlerle ya fikri yada etkileme gücü bakımdan irtibatlıdır.

Yirminci yüzyılın son yarısında yetişen entelektüel, aydın, düşünce adamı ve liderler, kurulan irili ufaklı cemaat veya partiler, az ya da çok, dolaylı ya da doğrudan İhvan’dan, Hasan el-Benna’dan ve Seyyid Kutub’dan etkilenmişlerdir. Bugün için İslam coğrafyalarında başlayan hareketlenmeler de aslında Hasan el-Benna ve arkadaşlarının geçen yüzyılda atmış olduğu tohumların bir semeresidir denebilir. İhvan aynı zamanda bir kurtuluş hareketidir de Mısır’da, yani İngilizlere karşı, yerli despotlara karşı bir kurtuluş hareketidir. Hasan el-Benna öncülüğünde kurulan İhvan-ı Müslimin de Batı’ya ve onun acımasız emperyalist saldırılarına karşı en çetin mücadeleyi verdi.Mesela bugün Afganistan’da cihat edenlerden el-Kaide’nin içinde olanların büyük bir kısmı neticede İhvan kültürüyle yetişmiş insanlar. Sudan gibi, Tunus gibi daha yumuşak siyaset yürüten yapıların temelinde de İhvan vardır.

İhvanın etkilediği İhvana bağlı olmayan dünya Müslümanları ki  (Türkiye de buna dâhildir) İhvan önderlerinin kitaplarını tercüme etmiş ve okumuşlardır. Bu bakımdan İhvan etkisi Amerika’dan İran İslam devrimine kadar uzanan bir etkidir. Bugün İhvan’ın en büyük rakiplerinden olan İran’ın dini lideri Hamaney Seyyid Kutup’tan tercümeler etmiştir

İHVAN NASIL DOĞDU

Peki 85 yıldır Mısır’dan doğup dünyanın en büyük hareketlerinden biri olan İhvan nasıl doğdu:

Ellerindeki gündelik sermayelerle yedi kişi; Hasan El-Benna, Hafız Abdulhamit, Ahmet el-Husari, Fuad İbrahim, Abdurrahman Hasebullah, İsmail İzz ve Zeki el-Mağribi Mısır’ın İsmailiye şehrinde bir evde 1928 yılında bir araya geliyordu. Yapılan istişarelerde “Teşkilatımızın adı ne olacak?” sorusuna Hasan El Benna: “Biz İslam’a hizmet için yola çıkmış kardeşleriz. Adımız da İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) olsun.” diyecekti.

Teşkilatın amacı, İslam’ı sahih akide platformuna yeniden oturtmak ve bu uğurda İslam’ın devlet olmasına kadar cihad vermektir. Bu amaçla altı Müslüman Hasan el-Benna’yı kendine mürşid tayin ederek harekete geçmişlerdi. Öğretmen olan El Benna 22 yaşında hareketin lideri olmuştu.

İsmailiyye’de hareketin ilk destekçileri, esnaf, küçük tüccar ve şoförlerdir. Hasan el-Benna, ekonomik fedakârlığı samimiyet ve kararlılığın bir sınaması olarak gördüğünden cemiyetin mali bağımsızlığını korumasının yerel yetkililerin kontrol dışı kullanımını engelleme ve ekonomik olarak teşkilat üyelerine dayanmakla mümkün olacağını düşünmekteydi. Bu bakımdan hareket mali olarak üyelerin sırtındaydı.

İhvan, çalışmalarına önce kültürel sahada başladı. Biatin hemen akabinde Kur’an, Tefsir, Hadis, Peygamberimizin sireti, akaid ve ibadet gibi ilimlerde kendilerini yetiştirmek için bir ev kiralayarak burayı medreseye dönüştürdüler.
El-Benna, tasavvufun saf şeklinin Müslümanlar için ideal bir eğitim programı olduğunu düşünüyordu. Toplantılarda sadakat yemini, üyelere yeşil bant ve kurdelelerin verilmesi, tasavvufi ilahilerin söylenmesi tasavvufun güçlü temasından kaynaklanmaktaydı. 1930’lu yıllarda tasavvufi uygulama, yerini resmi ilahi ve çaprazlama çift kılıç simgeli bayraklara bıraktı. Mecelletu’l-Feth’in editörü Muhibbuddin el-Hatibi’nin İsmailiyye’deki Müslüman Kardeşler’i ve el-Benna’yı öven bir makale yazmasıyla 1931 yılında cemiyet kamuoyu tarafından duyuldu. Hasan el-Benna makaleye cevaben yazdığı yazıda cemiyetin “henüz olgunlaşmamış bir kız evladı” olduğunu, kendisinin söylemediği mevcut başarılardan söz edilmemesi gerektiğini vurguladı. El-Benna ilk defa yazdığı makalede kendini Müslüman Kardeşler Cemiyeti’nin başkanı olarak takdim etmiştir. O dönem cemiyetin önemli isimleri; El-Muhammediye Şubrahit, Şeyh Hamid El-Askeriyye, Ahmet efendi Es-Sukkeri, El-Benna’nın kardeşi Abdurrahman es-Saati’dir.

Kardeşler, İsmailiye’de kendilerine bir mescid ve yanında bir okul (Hira İslam Enstitüsü) ile bir teşkilat merkezi yapmaya başlayınca bu kez de mevcut yönetimle/iktidarla karşı karşıya geldiler. Kin ve garez sahipleri, genel mürşit Hasan el-Benna’nın komünist Rusya’dan yardım aldığını, yöneticileri kötülediğini, mevcut rejimi gayri meşru bulduğunu ve bu yönetimin mutlaka değiştirilmesi gerektiğini içeren ayrı ayrı mektuplarla hükümete bildirdiler. Bunları farkeden Kardeşler, bunlara aldırmadan doğru ve hak bildikleri davada yürümeye devam ettiler. Öyle ki, teşkilat kısa zamanda İsmailiye’nin dışına taşarak Ebu Savir, Port Said, el-Bahr, Süveyş ve Kahire’ye kadar uzandı. Daha sonra teşkilatın merkezi Kahire’ye taşındığında (1932), çalışmalar daha da zenginleşiyordu. Artık Mısır’da köklü bir İslami hareket göz ardı edilemezdi. Bu hareketin siyasal etkileri her tarafla tezahür etmişti. Temelde güdülen İslami yaşayışa davet, bütün şiddetiyle yürürlükteydi. Genel mürşit Hasan el-Benna bunlarla yetinmeyerek Kral ve vekillerine, batı taklitçiliğini bırakıp müslümanca yaşamalarını, kadın ve erkeklerin yan yana toplantılara katılmamalarını, gazetelerde kadınların resimlerinin basılmamasını, içki, kumar, şans oyunları, gece kulüplerini ve sinemayı yasaklamasını, namazın kılınmasını, Avrupa kültürünün toplumdan kaldırılmasını ve yerine İslam kültürünün konulmasını mektuplar yazarak isteyince durum tamamen değişti

Benna ülkesine bakınca Süveyş Kanalı dolayısıyla oradaki halkı köle gibi görüldüğünü, ümmetin bütün varlıklarına el konulduğunu, böyle bir yerde güç kuvvet olmadan, halk tabanı olmadan, örgütlenme olmadan karşı koyamayacağını anladı. Benna, meselenin sadece adam yetiştirmekle olmadığını gördü ve teşkilatını da bunun üzerine bina etti. Bu büyük tehlikeyi gördüğü için de küçük iç ihtilafların hiç birine de girmedi. Ne tarikatçılarla kavga etti, ne Ezher ulemasıyla kavga etti, ne yerli örgütlerle, hiçbirisiyle cedelleşmedi. Baktı, dedi ki, ben bu alanın dışına çıkıyorum. Bu alanın dışına çıktı, başka örgütlenmeler yaptı, halka gitti, kahveye gitti, dinden imandan haberi olmayan yerlere gitti ve böylece yayıldı. Dolayısıyla o entelektüel birikimin üstüne bunları bina etti.

İhvan Sadece protesto ile de yetinilmedi. 1940 senesinde, İngilizleri Mısır’dan atmak ve tam bağımsızlık için gizli bir milis ordusunun temelleri atıldı. 1948′de deşifre olan bu gizli ordunun ismi En-Nizam-ül Has idi.

İhvan, 1941 yılında Kahire’deki İngiliz elçiliğini ve Kanal yönetiminin işgal kuvvetlerini eleştirirken, ilk kez fiili çilesini yaşıyordu. Bu dönemde bir kaç dergileri kapatıldı. Ve genel mürşit tutuklanarak zindana atıldı. 1944′de Ahmed Mahur hükumeti ile İngilizler birleşerek parlamento seçimlerinde İslami harekete karşı savaşa girdiler. El-Benna’nın 1942′de milletvekilliği adaylığı İngilizlerin baskısıyla engellendi.

1944-1945 seçimlerinde ise bağımsız aday olarak katılan El-Benna milletvekili seçildi, ancak İngilizlerin baskısıyla Mısır Hükumeti seçimleri iptal etti. El-Benna ile birlikte 60′a yakın İhvan adaylıktan düşürüldü.

İhvan, ikinci Dünya Savaşı sonucunda yürüttüğü aktif çalışmalarla adeta devlet içinde devlet olmuştu. İhvan her yerleşim merkezinde özel eğitim sistemi, okullar, camiler, bakım merkezleri ve ticari kuruluşlar gibi bir çok hizmetler teşekkül ettirmişti. Yayın sahasında da gazete, dergi ve kitaplarla bütün bölgeyi irşad ediyordu. Bu çalışmalar sadece Mısır sınırları içerisinde kalmayıp Suriye, Filistin, Lübnan, Ürdün, Fas ve Sudan’a da taşınmıştı. Buralarda da şubeler açılmış ve Şehid Hasan, İmam olarak kabul edilmişti.

SİNA’DA GÖNÜLLÜ OLARAK SAVAŞTILAR

12 Aralık 1947′de Ezher’den başlıyan kalabalık bir protesto gösterisi düzenleyen cemiyet, 6 Mayıs 1948′de bütün Arap ülkelerini Filistin’de cihada davet etti. Bu da tabii İsrail’in hâmisi batılı devletlerin gözlerini İhvan-ı Müslimin üzerine dikmelerine sebep oldu. Filistin’de İsrail devletinin kuruluşu ve ardından başlayan Arap-İsrail savaşlarında İhvan-ı Müslimin ve lideri el-Benna Sina cephesinde gönüllü olarak savaştılar.

İhvan’ın 1947′lerde Filistin siyonistlerini büyük bir hezimete uğratması, bütün bölgelerde şube açtırmalar, ve İslam’ın hakimiyetini kamu oyunda sürekli gündemde tutmaları, despot hükumeti ve işgalci İngilizleri tehdit eder duruma gelmişti. Bu başarılı çalışmaları gören İngiliz emperyalistleri, despot hükumete bir emir göndererek bütün İhvan yöneticilerinin tutuklanmasını istediler. Bu emirler yerine getirilerek, bölgede büyük çaplı operasyonlara geçildi. Hatta Filistin Siyonistleriyle cephede çarpışan İhvan üyeleri dahi zincirlere vurularak hapishane ve zindanlara atıldılar. Bir kaç ay sonra da genel mürşit Hasan el-Ben¬na, Kahire’de özel polis timi tarafından vurularak şehid edildi. (12 Şubat 1949)

BENNA’NIN ŞEHADETİNDEN SONRA

1951 yılına kadar, hem Benna’nın şehadetinin etkile¬ri, hem de öncülerin zindanlarda olması İhvan içerisinde bir duraklama devresi yaşatmıştı. Ancak 1951 yılında mücahidlerin zindanlardan çıkmasıyla hareket daha aktif bir görev üstlendi. Öncelikle İngiliz işgalci kuvvetlerini kendilerine boy hedefi olarak seçtiler.

Öte yandan Kral Faruk’un devrilmesi (1953) ve yerine Cemal Abdunnasır’ın gelmesinde de İhvan’ın rolü büyüktü. [211] Ancak İhvan’ın devlet ile olan ilişkilerinde bir değişiklik olmadı. İhvan, Kral Faruk’tan istediğini Cemal Abdunnasır’dan da aynen istemişti. Ancak, Hasan el-Benna’nın yerine geçen Hasan el-Hudaybi’nin Kral Cemal’a merhametle bakması bir şey değiştirmemişti. [212] Çünkü, 1954′de Nasır’ı öldürme komplosu bahane edilerek, Abdulkadir Udeh, Muhammed Fergali ve dört seçkin arkadaşının şehid edilmeleri sanırım Hudaybi’nin belini büken darbelerden biriydi.

İhtilal komitesi, 1954 yılında Abdunnasır’a yapılan suikastı ihvan’a mal etmek istedi. İhvan, sorumluluğunu defalarca reddetmesine rağmen suikast onların başına yıkılmış ve bir çok mensupları hapsolunmuştu. İslam dünyasının protestosuna rağmen büyük hukukçu ve İslam alimi Abdulkadir Udeh, mücahid ve alim Muhammed Fergali, Yusuf Talat, İbrahim Tayyib, Handevi Duveyr ve Mahmut Abdullatif şehid edilmişlerdi.

1954 darbesinden sonra uzun zaman İhvan kendisini toparlayamamıştı. Hatta İmam Hudaybi tüm ümidini yitirmişti. Çünkü İhvan teşkilatı tamamen fesh edilmiş, on binlerce mensubu zindanlarda çürütülmüştü. Aynı yıl Seyyid Kutub da tevkif edilmiş ve onbeş yıl ağır hapse mahkum edilmişti

İhvan mensupları on yılı aşkın bir suskunluk devresi geçirdiler. 1938 Filistin doğumlu Salih Seriye bu suskunluğa razı olmamış ve hemen İhvan’ın eski liderleriyle yeniden ne yapılması konusunda temasa geçmiştir. Onlardan olumlu netice alamayınca, işin başına kldığını fark etmiş ve hemen hareketi genç subaylardan teşekkül etmişti. Bundan önce de Zeynep Gazali (Mekke’de) Abdülfettah ile İhvan hareketim yeniden diriltmek için araların¬da karar alarak harekete geçmişlerdi.

1965 yıllarına gelindiğinde, İhvan tekrar güçlenip harekete geçince despot yöneticiler tarafından mevcut düzeni devirmek suçundan Seyyid Kutub’un yazdığı ‘Yoldaki İşaretler’ adlı kitap her tarafta toplatıldı ve akabinde kırk bin Müslüman daha zindanlara atıldı. Zindana atılan bu insanlar aleyhine öylesine bir kamuoyu oluşturuldu ki, gerçekten bunların terör olaylarına karıştığı yaygarası ile halkın zihninde İslami harekete karşı nefret uyandırmak amaçlanıyordu. Nihayet 1966′da hareketin öncülerinden üstad Kutup ile arkadaşları savunmasız bir şekilde idam edildiler. Diğer yandan Kutub’un kardeşleri Muhammed, Emine ve Hamide Kutuplar da hapse atılarak işkenceye tabi tutulanlar arasına alındılar.

1928′de Hasan el-Benna’nın İslam nizamını İhya etmek için kurduğu İhvan-ı Müslimin teşkilatı ile başlayan İslami hareket, çeşitli derelerden geçmiş, teşkilatın öncüleri ülkenin zalim despotları tarafın¬dan suikaste uğramış, kimileri asılmış, kimileri de işkence altında öldürülmüştü. Örgütün genel Mürşidi Benna 1949′da Kral Faruk’un ajanları tarafından; Abdulkadir Udehler 1954′de, Seyyid Kutuplar 1966′da Kral Nasır tarafından; Salih Sedyeler 1974′de, Mustafa Şükrüler 1977′de Abdusselam Ferecler 1981′de Enver Sedat tarafından; Halid İslambuliler de Hüsnü Mübarek tarafından şehid edilmişlerdi.

İHVAN’DA BÖLÜNME BAŞLIYOR
İhvan hareketinde ilk defa 1950′lerde uzlaşmacı ve radikal olmak üzere iki ayrı düşünceye şahid olmaktayız. Uzlaşmacı kanadın lideri Hasan el-Hudaybi bilinirken, radikal kanadın öncüleri de Abduîkadir Udehler biliniyordu. Bu ihtilaf, gün geçtikçe dalgalanıyordu. 1960′h yılların ortalarına gelindiğinde bu ihtilaf daha da netleşmişti. Hasan el-Benna’nın ilke ve prensiplerine bağlı kalan ve genelde yaşlı kesimin temsil ettiği eski nesil ile Kutub’un “Yoldaki işaretler” adlı kitabında savunduğu fikir ve ilkelerden etkilenerek ortaya çıkan yeni nesil. Böylece karşımıza İhvan gurubu ile Kutupçu gurup diye iki önemli hizip çıkıyordu. Bu iki akımın temel ihtilaf noktası ‘düzene karşı tavır belirleme’ üzerinde yoğunlaşıyordu. İhvan, düzen tamamen bozulmamıştır. Islah edilmesi gerekir derken; Kutupçu akım, ‘düzen baştan sona bozuktur, dolayısıyla ıslahı mümkün değildir’, diyerek radikal bir tavır sahibi olmuştur. Ayrıca, elemanların tutuklanmaları veya şehid edilmeleri, İhvan’ın gelenekçi bir çizgi izlemesi ve siyasal değişmeler karşısında pasif bir politika takınması da neticeyi etkilemiştir

Önceleri İhvan gurubundan Kutupçu gurup ayrılırken, şimdi de Kutupçu guruptan et-Tekfir adında bir gurup çıkıyordu. 1970′li yıllarda ise İslami hareket; Selefiler, Cihad, Tekfir, Kutupçular, İhvan, el-Cemaatu’l İslamiyye olmak üzere hiziplere ayrılmıştı. Hatta Cemaati İslamiyye, kendi arasında İhvana kanat ve Cihada kanat olmak üzere ikiye ayrılmıştı.

İHVAN’DAN ÇIKAN GRUPLAR VE SAVUNDUKLARI TEMEL FİKİRLER:

İhvan Hareketi: Bu hareket Benna tarafından selefi, sünni, sufi, siyasi, sportif, ilmi ve kültürel, ekonomik ve içtimaî esasları içeren bir hareket olarak kurulmuştu. İhvan hareketi, özellikle İhvan elemanlarını serbest bırakmasıyla açık bir uzlaşma yanlısı oldu. Bu uzlaşma neticesinde çıkan ihtilaf diğer Arap ülkelerindeki teşkilatlara da sirayet etti. Bu guruplardan herbiri ülkesindeki mevcut siyasi rejime karşı ya uzlaşmacı, ya da radikal bir tavır takınmak zorunda kalıyordu.

İhvan hareketinde uzlaşma ve itidal yolunu benimseyenlerin başında hareketin 2. lideri Hasan el-Hudaybi ve ölümünden sonra liderliğe getirilen Ömer Tilmisani gelmektedir. Hudaybi, 1973′de hareketin çeşitli guruplara ayrıldığını görerek uzlete çekilmiş ve bu uzlet esnasında vefat etmiştir.

Hudaybi olsun, yerine geçen Tilmisani olsun İslami hedef ve nizamın zor ve şiddet kullanarak yerleşeceğine ve İnkılabın bu yolla zafere ulaşacağına inanmıyorlardı. Özellikle Tilmisani’nin uzlaşma stratejisi hareket içerisinde az da olsa yer etmiş ve bu düşünce Suriye, Ürdün, Su¬dan ve Lübnan’a da geçmişti.

Mısırda 1981 tutuklama kararları öncesi Tilmisani şöyle diyordu:

“İhvan cemaati şiddetten en uzak cemattir. Selefi Salihin; fasik veya zalim de olsa ülkeyi yönetenlere karşı silahla mücadele etmeyi uygun görmemektedir… İhvan’ın hiçbir saldırganlığına rastlanmamıştır… Ve biz hiç kimseyle kavga halinde değiliz… Teşkilatın kurucusu Hasan el-Benna ve halefi el-Hudeybi de şiddet olaylarını tasvib etmemekteydiler. Ben de bu iki başkan gibi şiddet hareketlerine karşıyım. Bu ülkede veya herhangi bir ülkede yönetenler ile yönetilenler arasında meydana gelebilecek şiddet olaylarından hiçbirini onaylamıyorum.” Bir başka yazısında da şunları belirtiyordu. “Bizim bugün karşılaştığımız sıkıntılar geçmiş otuz senenin köklü kalıntılarıdır. Şimdi ise (Mübarek dönemi) yönetim durumu düzeltmeye çalışıyor. Ben de tüm halkımızın, bu kişilere yardımcı olmalarını istiyorum.”

Mayıs 1986′da vefat eden Tilmisani’nin yerine getirilen Seyyid Hamid Ebu Nasr’la İhvan’ın politik düşünce yapısında ciddi gedikler açılmıştır. Hamid Ebu Nasr, yaptığı konuşmalarda İhvan’ın çağdaş amacının Mısır, Arap alemi ve İslam’ı kurtarmak olduğunu belirtmiştir. Mısır ve Arap ulusçuluğunun en ateşli yıllarında doğmuş İhvan lideri, maalesef bu korkunç mirası bir türlü üzerinden atamamıştır.

Yeni İhvan lideri Ebu Nasır’ın girdiği parlamento seçimlerinden üç ortakları (İhvan-İşçi partisi-Ahrar partisi) yüzde yedilik bir sonuçla çıkması, İhvan’ın demokratik oyunlar içerisindeki konumunu açıkça belirlemektedir.

Mısır’daki İhvan gurubunun diğer akımlara karşı düşüncelerini ve tavırlarını yansıtan sloganları “ittifak ettiğimiz konularda yardımlaşalım; ihtilaf ettiğimiz konularda birbirimizi mazur görelim” şeklindedir,

Kutupçular: Bu akım, şehid Seyyid Kutub’un “Yoldaki İşaretler” adlı kitabındaki temel prensipleri benimseyerek yola çıkmıştır. Kutub, eğitim metotlarını araştırmak için gittiği Amerika dönüşü (1951) İhvan’a katılmıştır. Dolayısıyla Hasan el-Benna ile görüşememiştir. Şunu da belirtelim ki Kutup İhvan’a katıldığı günden itibaren düşünce ve tezleriyle bir çok noktada İhvanla çatışıyordu. Kutup, İslami akide, lailahe illallah prensibi, İslami eylem, hakimiyetin sadece ALLAH’a ait oluşu, sosyal adalet, cihad bilinci, cahili toplumun durumu, emperyalizm ve kölelik zulmünün esasları gibi birçok temel noktalarda İslam’a yeniden sahip çıkıyordu. Ona göre cahiliye düzeni içinde yaşayan Müslümanın takınması gereken tavır; düşünce bazında ayrılmak, eylem bazında da uzaklaşmaktır.

Et-Tekfir ve’I-Hicre: Bu akımın tohumları zalim Abdu’n-Nasır’in zindanlarında atıldı. Bu akım, ilk olarak Abdu’n-Nasır’in küfrünü ilan etmekle yola çıktı. Akımın başını da Ziraat fakültesi öğrencisi olan Şükrü Mustafa çekti. 1965-1971 yılları arasındaki tutukluluk döneminde hareketin düşünce yapışım ortaya koymuş ve bir çok konuda İhvan elemanlarından ayrılmıştır. Et-Tekfîr gurubunun temel düşünceleri şunlardır:

Toplum kafirdir. Hükümetler kafirdir. Dört büyük mescid dışındaki (Mescid-i Haram, Nebî, Kudüs, Küba) tüm mescidler dırar mescidi hükmündedir, Günahlar şirktir ve büyük günah işleyen kafirdir. Mukallid kafirdir. Günahta ısrar eden kafirdir. Devletin tüm kuruluşlarına karşı uzlete çekilmek esastır. İcma, kıyas ve mesaimi mursele ve diğer fıkıh esasları batıldır. Tekfir akımı, düzene karşı çatışma hareketlerinden hiç birini onaylamadığı gibi, Cihad fikrini de kabul etmemekte ve ayrıca, günümüzde veya gelecekte bir İslam devletinin kurulmasının gerekliliğine inanmamaktadır. Çünkü ahir zaman alametleri içinde buna işaret eden bir nass bulunmamaktadır.

Et-Tekfır ve’l Hicre gurubu, 1977′de Şükrü Mustafa ve dört arkadaşının idamı ve bazı fertlere de uzun mahkumiyet cezalarının verilmesi, 1981 Eylül ayındaki tutuklama kararlarında yine bir çok elamanın kaybolması sonucu büyük bir darbe yemiş ve 1984 yılına kadar süren tutuklamalar karşısında bir çok tavır ve görüşlerinde değişiklikler yapmıştır. Bu cümleden olmak üzere durumlarım gizleyebilmek amacıyla mensuplarına sakal tıraşını serbest bıraktıkları gibi; kadınların yüzlerindeki peçeyi kaldırmalarını, belli sınırlar içinde hükumette görev almayı, batı tipi elbiseler giymeyi de serbest bırakmışlardır

Cihad grubu: Cihad grubunun düşüncelerinin esası, Seyyid Kutub’un düşünceleridir. 1950-1966 yıllan, Kutub’un düşüncelerinin ülkeyi sarstığı dönemdir. Bu dönem aynı zamanda İslami hareketin karşılaştığı zor bir dönemdir. Bu zor dönem beraberinde tağutlara karşı cihad fikrini getirmiştir.

Cihad akımı, ilk ayaklanmayı 1974′de Dr. Salih Seriyye başkanlığında Askeri Teknik okuluna karşı gerçekleştirir. Bu olayda 90′dan fazla kişi tutuklanır. Salih Seriyye ve birkaç arkadaşı idam edilir. Cihad akımı daha sonra bir çok meşakkat ve zorluklara rağmen çalışmalarını sürdürmüştür. 1980 yılında Halid İslambuli’nin Enver Sedat’ı öldürmesi, Kıpti’nin birine ait bir meyhanenin ya¬kılması bir kilisenin tahrip edilmesi, birçok yerde güvenlik güçleriyle çatışmaya girmesi gibi sayısız olaylara katılmıştır.

Bu akimin görüşleri kısmen Salih Seriyye’ye ait, kısmen de Abdusselam Ferec’e aittir. Her ikisine göre top¬um cahili bir toplumdur. Seriyye’ye göre caiz olan, Abdusselam’a göre caiz değildir. Her ikisine göre cihad vardır ve farzdır.

Cihad akımı içerisinde Salih Seriyye’nin apayrı bir yeri vardı. Seriyye harp okulu öğrencilerinin çoğunu saflarına çekip, Kutup çizgisinde yetiştirerek mücadele vermişti. Ancak Seriyye, toplumu Kutup’tan farklı görüyordu. Ona göre toplum, sistemin kaderine terk edilmiş bir kalabalıktan ibaretti. Bu akıma göre, dini lider ve resmi din adamları, asırlarca zalim ve kafir tağuti kesimlerle işbirliği yaparak İslam’ın en önemli direği olan cihadı topluma unutturmuşlardı. Bu amaçla Cihad’ı yeniden ihya etmenin farziyetine inanmaktaydı. Hele silahlı mücadele kaçınılmazdı. Bunun içindir ki kahraman Halid İslambuli.

Selefîler: Bu akım, inanç, yaşantı ve diğer pratik¬lerini selefi bir kimliğe dayandırdığından bu isimle anılmıştır. Bir başka ifadeyle, geleneksel kültüre aşırı bağlıdırlar. Ahmet b. Hanbel’in başlattığı İbnî Teymiye ve öğrencisi İbn el-Kayyim’ın sürdürdüğü Hanbeli ekolünün de devamı sayılır. Daha sonra Arap yarımadasında bid’at ve hurafelere karşı çetin mücadele başlatan M. bin Abdulvahhab da bu düşüncenin bir ferdi ve yönlendiricisi sayılmaktadır.

Selefi akımın yaygın olduğu yer Suudi Arabistan olduğu halde daha sonraları Mısır’a da geçmiştir. Mısır’da İhvanla beraber çalışan Selefi müslümanlar, 1970’li yıllarda aralarında kaba kuvvete dayalı çatışmalar çıkmış ve beraberlikleri son bulmuştur.

Selefi akımın inanç konusundaki temel esasları “Akidetü’t-Tevhid” adlı kitaba dayanmaktadır. Bu akımın temel kavramları akide ve davettir. Bu akımın temel inançları kısaca şöyledir:

Kıble ehlinden hiç kimse günahından dolayı tekfir edilemez. Büyük günah işleyenler ebedi cehennemde kalmayacaklardır. Salih veya facir bir Müslümanın arkasında namaz caizdir. Ancak açıkça bid’at işleyen kimse imam olamaz. ALLAH’a isyan görülmediği sürece zalim de olsa akil emre itaat şarttır. İman ancak tasdik ve amelle gerçekleşir. Allah’ın hükümleri dışında başka hükümlerle hükmetmek insanı dinden çıkarır. Bu önemli esaslara aykırı beyanatlarda bulunan akımın liderlerinden Abdurrahman Abdul Haluk şunları söylüyordu:

“İslami olmayan her yol, inanç ve metod batıldır. Müslümana vacip olan ise tüm batıl yollardan uzak durmak ve tağutlara karşı çıkmaktır. Kafirlerin Müslümanlara yardımını kabullenmek küfürdür.”

Abdurrahman’ın bu düşünceleri selefi akım içerisinde aşırılıkla karşılanmıştır. Buna rağmen o, düzenle çalışma¬yı, devletin kurumlarında görev almayı, halktan uzak kal-mamayı benimseyen biridir.

Aslında selefi akım içerisinde en aşırı kabul edilen Cuheyman el-Uteybi liderliğinde örgütlenen yeni selefi harekettir. el-Uteybi meşhur Mescid-i Haram olayını gerçekleştirdiğinde, diğer Selefi liderlerin şiddetli hücumlarına maruz kalmıştır. Liderler Mescid-i Haram olayını Selefi bir hareket değil, Harici bir hareket olarak nitelendirmişlerdir.

Cuheyman hareketi, düzenle çalışmaya karşı çıkmakta, hükumette görev almayı haram saymaktadır. Ayrıca fotoğraf kullanıldığı için pasaport, para ve kimlik taşımak “günah” sayılmakta, küfür beldelerine seyahat etmek, televizyon seyretmek ve eğitim kurumlarına devam etmek haram kabul edilmektedir. Benzer düşüncelerden dolayı bu gurup, selefıler tarafından ayrılıkçı, bid’atçı, hatta Hz. Ali’nin ordusundan sayılan Hariciler gibi görülmektedir.

Esasen Selefi anlayışa göre yöneticilerin, namaz kıldıkları sürece tekfir edilmemeleri gerekir. Zira bu konuda şu hadisi delil saymaktadırlar. “Aranızda namazı ikame ettiği müddetçe…” Bu amaçla mevcut resmi ideolojiye karşı cihad açmak doğru değildir, düşüncesiyle Cihad akımıyla büyük bir ihtilaf noktasındadırlar. Zira Selefilere göre Mehdi gelmeksizin cihad muteber değildir.

Selefi akım içerisinde Afganistan cihadını uygun görenler olduğu gibi, (hatta Cihada katılanlar da var) Suud yönetimi tipi Müslüman (!) ülkelerin safında yer alarak cihad etmeyi de uygun görenler bulunmaktadır.

El-Cemaatü’I-İslamiyye: Bu cemaatın temel dina¬mikleri; konferanslar,
kamplar, seyahatler, hac ve umre yolculukları, üniversite çevresinde gerçekleştirilen sosyo kültürel ve sportif bir takım çalışmalarla İslam’ı seven tüm öğrencileri (erkek-kız) yönlendirmektir.

Cemaatu’l-İslamiyye gelenekçi tercihler, ayrılma ve bağımsızlık olmak üzere üç önemli merhale geçirmiştir. Son merhale cemaatin, düşünce bazında olgunlaştığı ve aktif olarak ortaya çıktığı dönemdir. Cemaat, fikri olgunluğunu birçok konferans, yayın ve bildirilerle ortaya koymuştur. Birçok kesimden insanın katıldığı konferansların davetçileri ekseriyetle İhvan mensupları idi. Hatta İhvan’ın ileri gelenlerinden Yusuf el-Kardavi bu cemaatin önderliğinde Abidin Meydanı’nda kılınan bayram namazına imamlık yapıyordu. Yine hem Kardavi hem de Muhamrned Gazali cemaate konferans vermişlerdir. Bunların da etkisi olacak ki cemaat İhvan sempatizanı, Cihada sempatizanı ve Selefi sempatizanı olmak üzere üç kanada bölünmüştür.

Cemaatı İslamiyye diğer guruplar gibi bir çok sıkıntı ve tutuklamalarla karşı karşıya gelmiştir. Hele cemaatın Cihad kanadı daha çok etkilenmiştir düzenin baskılarından. Fakat buna rağmen varlığını halen sürdürmektedir. Bu kanadın lideri durumunda olan Dr. Ömer Abdurrahman, Sedat’ın öldürülmesi olayında tutuklanmış, bir çok sıkıntılar geçirmştir

Öncelikle belirtelim ki Mısır halkı İslam’a yönelik güçlü ilgisiyle İslami hareketin erken tesirinde kalmıştır. Bu tesir ve bu duyarlılıkla İslami hareket kısa zamanda-bir çok yerleşim biriminde örgütlenmiş, İslami haykırmaya başlamıştır. İslam’ın bir çok konularını pratize etmiş ve bu uğraş esnasında firavun güçlerle karşı karşıya gelmiş, bir çok eleman öldürülmüş, bir çok eleman da halen tutuklu bulunmaktadır. İslami hareket bütün bu ölüm, tutuklama, korku ve sıkıntılara rağmen büyük bir halk kitlesini kendi saflarına çekerken; resmi ideoloji de “din silahını” kullanıp büyük bir çoğunluğu kendisine bağlayarak İslami harekete karşı bu halkı (özelikle din adamlarını) kullanmıştır. Rejimle İslami hareket karşı karşıya geldiğinde, milyonlarca kişi rejimle aynı safta savaşabilmiştir. Bunun böyle olmasında Mısır halkının köleleştirildiği, bir lokma ekmeğe bile hasret edildiği ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı da Mısır halkının direnci zedelenmiş, halk tamamen geleneksel bir karakterle “ılımlılık” yuvasını tercih etmişti

İHVAN’IN SEMBOL İSİMLERİNDEN ZEYNEP GAZALİ
İhvan hareketini tahlil ederken, kadınlar teşkilatını da hatırlatmakta yarar vardır. İhvan’ın kadın kolları başkanı olan Zeynep Gazali, kadınlar cemiyetim 1937 yılında kurmuş bir mücahidedir. 1948 yılına kadar çalışmalarını ayrı sürdüren Zeyneb, bu yıldan itibaren Hasan el-Benna’ya biat ederek çalışmalarını ona bağlı olarak sürdürmüştür. 1948′de Kral Faruk tarafından kadınlar teşkilatı kapatılmışsa da temyiz kararıyla yeniden açılmıştır. Abdunnasır çeşitli zamanlarda Zeyneb Gazali ile yuvarlak masa anlaşmasını istemişse de, O hep reddetmiştir. Zey¬neb Gazali’yi kendi saflarına çekmeyi başaramayan Abdunnasır, onun hürriyetini kısıtlamış, altı ay müddetle göz hapsinde tutmuştur.

Zeyneb Gazali, Berna’nın şehadetinden sonra dağılmış olan îhvan’i tekrar toplayan mücahide bir kadındır.Gazali ile Zaman Gazetesi’nin kuruluş yıllarında Alev Alatlı’nın yaptığı röportaj muhakkak okunmalıdır

İHVAN NEDEN DÜNYAYA YAYILABİLDİ
İhvan’ın neden dünyaya yayıldığını yakın zamanda İhvan’la ilgili uluslar arası bir sempozyum düzenleyen Medeniyet Derneği’nden Kazım Sağlam şöyle özetliyor: “Osmanlı ortadan kaldırınca bir boşluk doğuyor, bu boşluğu İhvan kapatıyor. Dolayısıyla İhvan’ın dünyaya bakışı, bilgilenme biçimi, hesaplaşması bir nevi hilafetin nasıl dış dünyaya karşı İslâm’ı koruyorsa böylece İslam’a yönelen bütün saldırıları İhvan bir nevi cevap veriyor. Sosyalizme karşı cevap veriyor, kapitalizme karşı cevap veriyor, sömürgecilere karşı cevap veriyor, psikolojik baskılara karşı cevap veriyor, oryantalistlere cevap veriyor. Böylece kendini bir nevi İslâm’ın temsilcisi gibi görerek bir hareket, ortaya koyuyor, teşkilatlanmalarını da buna göre kuruyor. Bunu çok akıllı bir şekilde yaptığından bu da ister istemez dünyaya yayılıyor. İhvan’ın, İslam’a sarılırsanız bağımsız olursunuz, kişiliğinizi bulursunuz, emperyalizme karşı durursunuz şeklinde bir anlayışı var genel kabulü açısından. Türkiye’de bize yutturulan şey; yani biz Müslüman olduğumuz için işgal edildik, Müslüman olduğumuz için geri kaldık, İslam’dan kurtulursak dünyada yerimizi alırız ve idameyi hayatımız daha rahat olur diyen ucube bir yaklaşımdı. Bu iki anlayış arasındaki fark bu ruh hali, İhvan’ın benimsenmesine vesile oldu.

İHVAN POLİTİKALARI NASIL BELİRLENİYOR
İhvan’ın merkezi Mısır’dır ve bütün İhvanın politikaları, dünyadaki kendilerine birebir bağlı olan yerlerin politikaları Mısır’daki merkez tarafından belirleniyor. Zaman zaman da diğer kanatlar, diyelim Suriye gibi, Lübnan gibi yerlerde İhvanın merkezi kararlarından dolayı sıkıntıyla da karşılaşıyorlar. Bazı ülkelerde daha güçlüler, Mısır’a dolayısıyla genel merkezin yönlendirmesine ihtiyaçları eskisi kadar yok. Mesela, Ürdün öyledir, Sudan öyledir, hatta Tunus da öyledir, ama mesela, Suriye İhvanı öyle değil, Suriye İhvanı yıllarca yurt dışında kaldığı için teşkilatlanmasını tamamlamış, ama kendi maddi kaynakları, örgütlenmeleri Suriye’de o kadar rahat olmadıkları için büyük ölçüde Mısır’a daha fazla bağlıdır.İhvan kendisini o ülkenin gerçek sahibi gibi görüyor ve ülkenin çok zarar görmesini de istemiyor. Ben geleyim de ülke ne olursa olsun demiyor, kırıp dökmeden geleyim diye bir yaklaşımı var

Suudi Arabistan’da resmi kuruluşu yok, yasak, İhvan yasak, Suud’da yasak. İhvan neticede Ehl-i sünnet ve’l-cemaat anlayışı bulunan ve biraz Selefi ağırlıklı bir düşünceyle yol alan bir hareket. Suudi Arabistan’la Mısır arasında bir siyasi sürtüşme vardı. Mısır’da Seyyid Kutup’un eserleri, İhvanın eserleri yasakken Suudi Arabistan Seyyid Kutup’un eserlerini yaygınlaştırdı. Bu iki devletin siyasi ihtilafından Seyyid Kutup’un ve İhvan kitaplarının dünyaya yayılmasına büyük katkısı oldu.

Mısır idarecileri genelde dünyadaki İslam dünyasını idare edenlerin çoğunun yaptığı gibi dış dünyaya karşı işte biz sizi İhvan gibi böyle radikal şeylere karşı koruyoruz, güvenceniz biziz diyerek Batıya karşı İhvan üzerinden kendi meşruiyetlerini yürütmeye çalışıyor ve o da dış dünyayla anlaşarak İhvanı bertaraf etmek, ortadan kaldırmak üzere siyaset üretiyorlar.
Selefileri Suudi Arabistan’dan destek alıyorlar ve onlar İhvana oldukça muhalifler. Ayrıca muhtemelen İhvandan rahatsız olan çevrelerin de alttan desteğini alan Selefiler İhvan iktidarına karşı kullanabilecek güç olarak karşımıza çıkıyorlar ve Mısır’da Mursi’ye karşı yapılan darbede de çok rahatlıkla kullanıldılar. İhvan’ın dış dünya ile rahat irtibata geçebilmesi, diyalog kurabilmesi yanında, Selefiler bu noktada çok kapalılar ve o manada da gelecekleri yoktur. Dar anlamda bir muhalefet yürütebiliyorlar. Selefiler belki İhvanı zayıflatabilirler, ama dünya siyasetine o manada açılmaları mümkün görünmüyor.

TÜRKİYE’DE İHVAN TERCÜMELERİNİ MİT YAPTIRDI İDDİASI

Zeytinburnu Belediyesi tarafından düzenlenen İslamcılık Sempozyumunda bir konuşma yapan Hamza Türkmen konuşmasında Seyyid Kutup’un Türkiye’ye ilk kez MİT tarafından tanıtıldığı iddia etti.Seyyid Kutup’un görüşlerinin Türkiye’de 1960 sonrası gündeme geldiğine dikkat çeken Türkmen, “27 Mayıs sonrası dünyada gelişen sol ve Marksist düşüncelerin Türkiye’de de etkili olmasını engellemek için MİT Başkanı Fuat Doğu girişimlerde bulunuyor. Seyyid Kutup’un fikirlerinin Türkiye’de tanınması için Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görevli Yaşar Tunagör’e kitabı çevirtiyor ve yayınlatıyor” demişti.

İHVAN VE KÜRT SORUNU

”1945 yılında vuku bulan Barzani ayaklanması esnasında cemaatin kurucusu şehit Hasan el-Benna Irak hükümetine, Kürt sorununun silah ve baskı yoluyla değil; diyalog, eşitlik ve haksızlığın kaldırılması yoluyla çözülmesini isteyen bir telgraf mektubu göndermiştir. Telgraf mektubu ihvan-ı Müslimin dergisinde yayınlanmıştı.”

Telgrafta daha sonra Üstad el-Benna’nın “Kardeşleri olan Kürtler’e yönelik herhangi bir olumsuz duygu beslemediğini ve kıyamlarının / mücadelelerinin, emri bil-maruf ve nehyi anil-münker çerçevesinde gerçekleştiği” görüşüne yer verilir.
İhvan-ı Müslimin’in Kürt meselesine yönelik bu yakın ilgisi Hasan el-Benna’nın şehadetinden sonra da devam etmiştir. 1960’ların ortalarına doğru İhvan liderlerinden oluşan bir heyet Molla Mustafa Barzani’yi ziyaret etmiştir.

Görüşmeyi önemli kılan diğer faktör ise İhvan hareketinin bağımsız Kürdistan hakkındaki görüşlerinin deklare edilmesidir. İhvan heyeti bağımsız, ulusal bir Kürdistan hususunda rezerv koyucu bir pozisyondadır. Ümmetin düşünsel ve coğrafik bütünlüğüne vurgu yapan heyet, Molla Mustafa Barzani’ye açıkça bağımsızlıktan/bölünmeden yana olmadıklarını açıklarken aynı zamanda “Kürdistan’ın siyasi, dilsel, idari, kültürel haklarının elde edilmesinde ve Ir”

Mesaj Gönder

Sorularla ilgili itirazlarınızı formun açıklama kısmına yazarak bize iletebilirsiniz.

Daha Fazla İçerik